Yine bir Ramazan Bayramı geldi. Takvimler doldu, saatler döndü ve bir bayram sabahına daha uyandık.
Ama bu sabah, çocukluğumuzun o içimizi kıpır kıpır eden sabahlarına ne kadar benziyor, orasını bilemiyorum. Eskiden bayramlar, kırık dökük sokakların bile bayrama hazırlandığı zamanlardı. Şimdi ise sanki sokaklar değil, kalplerimiz yorgun.
Oysa bayram dediğin, birlikte yenilen yemeğin, bir çocuğun şeker toplayacağı evlerin çoğalması değil midir?
Eskiden bir mendile sığan mutluluklar, şimdi bir ülkeye sığmıyor. Ne garip... Şekerliğin dibindeki son akide şekeri bile, bugünün en tatlı anısından daha tatlıydı.
Bugünlerde en çok özlemini çektiğim şey, suskunlukla değil sevgiyle dolan sokaklar. Açlıktan değil neşeden koşan çocuklar. Paylaşmanın moda değil, mecburiyet olduğu günler.
Sitemim bu yüzden. Çünkü bu topraklarda, zengin sofralara rağmen hâlâ aç yatan çocuklar varsa, bayramların gerçek anlamını konuşamayız. Çünkü bu ülkede hâlâ eşit olmayan bayram sabahları varsa, barış da suskun kalır.
Ama umudu da yitirmek istemem. Her bayram sabahı, yeni bir başlangıç için bir fırsattır. Gönül ister ki; bu bayram, sadece takvimde değil, hayatlarımızda da bir dönüm noktası olsun.
Yoksulluğun tarihe karıştığı, çocukların yalnızca oyunla büyüdüğü, sokakların sevgiyle dolduğu bir ülke hayal ediyorum. Herkesin birbirine "İyi bayramlar" demekten önce, iyi olmaya çalıştığı bir memleket…
Çünkü barış; sadece silahların susması değil, sofraların çoğalmasıdır. Bayram ise sadece takvimden bir gün değil, umutla yazılmış bir gelecek mektubudur.
Ve biz... O mektubun zarflarıyız belki de. Kimimiz açılmayı bekleyen, kimimiz ise çoktan yıpranmış. Ama hâlâ umut taşıyoruz içinde.
Herkesin içinde biraz eksik, biraz tamam bir bayram var. Dilerim ki bu bayram, biraz daha tam olanlardan olsun.
İyi bayramlar.
Hem kendinize, hem birbirinize…