2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas’ta yaşananlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin demokrasi, laiklik ve toplumsal barış ilkeleri açısından bir kırılma anı olarak tarihe geçmiştir. Pir Sultan Abdal Şenlikleri için Sivas’a gelen aydın, sanatçı ve yazarların kaldığı Madımak Oteli’nin kuşatılması ve ardından yakılması, yalnızca bir toplu katliam değil, devletin temel değerleriyle doğrudan çelişen bir toplumsal cinnetin yansımasıdır.
Bu olay, bireysel öfkenin ya da plansız bir linç girişiminin çok ötesindedir. Sivas Katliamı, siyasal ve ideolojik iklimin etkisiyle şekillenen, organize bir nefret eylemidir. Otelin önünde toplanan kalabalığın saatler boyunca “yakın, yakın” sloganları eşliğinde güvenlik güçlerinin gözleri önünde oteli ateşe vermesi, kamu otoritesinin bu vahşeti önlemek konusundaki isteksizliğini ya da acziyetini gözler önüne sermiştir.
Bu bağlamda Madımak, sadece bir otel değil; sistematik ihmallerin, siyasal müsamahanın ve hukuki cezasızlığın sembolü haline gelmiştir. Olayın ardından yürütülen yargı süreci ise, adaletin tesisi açısından toplumun büyük bir kesimi tarafından tatmin edici bulunmamıştır. Özellikle zaman aşımı kararları ve bazı sanıkların affedilmesi ya da yurtdışında korunması, bu katliamın yalnızca bir geçmiş değil, aynı zamanda süregiden bir devlet refleksi sorunu olduğunu göstermektedir.
Türkiye’de siyasi iktidarların bu ve benzeri olaylara yaklaşımı, yalnızca toplumsal hafızayı değil, aynı zamanda gelecekte benzer nefret suçlarının önlenip önlenemeyeceğini de belirler. Ne yazık ki Madımak Katliamı’nda, etkin bir yüzleşmeden ve kamusal bir özürden bugüne dek ısrarla kaçınılmıştır. Oysa demokrasilerde devletin, yurttaşlarını inançlarından, kimliklerinden ya da düşüncelerinden ötürü koruyamaması bir zaaf değil, bir sorumluluktur.
2 Temmuz’un yıldönümünde yapılması gereken yalnızca anmak değil; aynı zamanda sormaktır: Bu topraklarda neden fikirler hâlâ can güvenliğiyle yan yana duramıyor? Neden nefret, örgütlü bir biçimde sokağa dökülebiliyor ve neden hâlâ adalet gecikiyor?
Madımak Oteli’nin bir yüzleşme mekânına, bir utanç müzesine dönüştürülmesi talebi yıllardır dile getirilmekte, fakat karşılık bulmamaktadır. Oysa bu adım, yalnızca sembolik bir jest değil; Türkiye’nin geçmişiyle hesaplaşması için somut bir irade beyanıdır.
2 Temmuz, bir tarihten ibaret değil; devletin ve toplumun vicdan sınavıdır. O gün yanan yalnızca insanlar değil, aynı zamanda hukuk, adalet ve birlikte yaşama iradesiydi. Bu sınav hâlâ geçilmiş değil.