Bu bir yazı. Ne bir propaganda, ne bir ajitasyon, ne de bir kimlik gösterisi.
Kimseyi etkilemek, yönlendirmek, kandırmak ya da duygularını sömürmek için yazılmadı.
Burada kahraman yok. Mağdur da yok. Sadece kelimeler var.
Yalın, sessiz, iddiasız.
Bir çocuğun gözlerine bakarken yüreğinizin sıkıştığı o an var ya…
İşte onu anlatmak istemiyorum.
Çünkü o an bana ait değil. Çünkü onu yaşamadım.
Ve yaşamadığım bir şeyin üzerine duygular inşa etmek, bana pek de doğru gelmiyor.
Bu bir duruş değil; bir tercih. Belki de bir saygı.
Filistin’i anlatmayacağım. Çünkü onun acısına dair kuracağım her cümle...
Ya eksik kalacak, ya da fazla olacak.
Ve yardım gemileri…
Onların gölgesinde konuşmak, onları anlamaktan çok,
birilerinin arka planında figür olmaya dönüşebilir.
Ben figür olmak istemiyorum.
İnsanlar bazen bir cümlede umut arar, bazen öfke, bazen bir yön.
Bu yazıda öyle şeyler bulamayacaklar.
Çünkü ben herhangi bir şeye veya kimseye yön vermek istemiyorum.
Olmadığım biri gibi konuşmak, başka birinin duygusunu çalmak istemiyorum.
Öyle bir niyette değilim...
Belki bu yazı hiçbir yere ulaşmayacak.
Belki de birilerinin içinden geçen ama kelimelere dökemediği bir sessizliği yansıtacak.
Ne olursa olsun, bu yazı sadece bir yazı.
Dümdüz. Olduğu gibi.
Ve sonra şu geliyor aklıma:
“Ne yapsak, neyle mücadele etsek, sanki yanlış anlaşılacakmışız gibi bir endişe sarıyor içimizi.”
Biz bu hâle nasıl geldik?
Sahtekârlıkların, adaletsizliklerin, hukuksuzlukların sorgulandığı bir dünyadan;
samimiyetimizin, ahlakımızın, endişelerimizin, sorumluluğumuzun, gelecek kaygımızın sorgulandığı bir dünyaya…
Sahi! Nasıl geldik?