Ekonomi üzerine konuşurken çoğu zaman karmaşık teoriler, stratejik planlar ya da büyük çaplı vizyonlardan söz ederiz. Oysa işin özüne indiğimizde, serbest piyasa ekonomisinin çarklarını döndüren en temel unsurların başında güven gelir. Bu güvenin de en sağlam dayanağı hukuk sistemidir.
Bir yatırımcının sermayesini riske atabilmesi, bir esnafın malını vadeli satabilmesi, bir çalışanın emeğinin karşılığını zamanında alabileceğine inanması… Tüm bunlar soyut ama bir o kadar da somut bir kavrama, yani güvene dayanır. Eğer güven ortamı zedelenirse, piyasanın kendi kendine işleyen mekanizmaları sekteye uğrar.
Serbest piyasa ekonomilerinde devletin yapması gereken aslında ekonominin her alanına müdahil olmak değil, oyunun kurallarını adil biçimde koymak ve uygulanmasını sağlamaktır. Yani hukuk sistemini şeffaf, hızlı ve erişilebilir kılmak. Çünkü bir ülkede mahkemelerin öngörülebilir kararlar verdiği, mülkiyet haklarının güvence altında olduğu ve sözleşmelerin geçerliliğini yitirmediği bir düzen varsa, ekonominin %50’den fazlası zaten kendiliğinden işler.
Küçük bir örnek: Bir şirketin tedarikçisine güvenerek milyonlarca liralık sipariş vermesi ya da bir bankanın girişimciye kredi açması için karmaşık teşviklere gerek yoktur. Yalnızca, doğacak bir anlaşmazlıkta hukuk sisteminin hakkaniyetle çözüm bulacağına dair inanç yeterlidir.
Sonuç olarak; bir ülkenin ekonomik istikrarını konuşurken, bazen gözden kaçırdığımız en kritik unsurun güven olduğunu unutmamak gerekir. Stratejiler, projeler, yatırım paketleri gelir geçer; ama güven ortamı varsa ekonomi nefes almaya devam eder. Hukuk, bu güvenin teminatı olarak serbest piyasa ekonomisinin görünmez motorudur.