Bu ülkede insanlar sırtında görünmeyen ama hayatlarını belirleyen ağır yükler taşıyor. Kimi bu yükü maddi olarak omuzluyor, kimi manevi olarak.
Kimi toplumun baskısıyla zorlanıyor, kimi geçim derdiyle. Baktığınız yer değiştikçe, yükün adı da, ağırlığı da değişiyor.
Bir işçi için yük, sabahın köründe kalkıp saatlerce çalışmasına rağmen ay sonunu getirememenin çaresizliği.
Bir memur için yük, sorumlulukları artarken maaşının aynı kalması, yıllarca aynı çarkın içinde dönüp durması.
Bir işveren için yük, onlarca kişiye maaş ödemek, her ay artan vergi ve maliyetlerle boğuşmak, ayakta kalabilmek için sürekli risk almak.
Gençler için yük, geleceğin belirsizliği. Üniversiteye giden için işsizlik kaygısı, çalışmaya başlayan için düşük ücret, hayal kurmak isteyen için engeller.
Yaşlılar için yük, yıllarca çalışıp didindikten sonra, torunlarına bile katkı sunamamanın, hayat pahalılığına yetişememenin hüznü.
Kadın için yük, hem işte hem evde iki kat sorumluluk taşımak, çoğu zaman emeğinin görünmez olması.
Erkek için yük, “aileni geçindirmek zorundasın” baskısıyla sırtına yüklenen geleneksel roller.
Çocuk için yük, daha oyun çağında ders, sınav, yarışma telaşıyla büyümek.
Kimi yükünü para kazanmakta görüyor, kimi huzur bulmakta. Kimi için en ağır yük adaletsizlik, kimi için yalnızlık. Bir anne için çocuğunun geleceği, bir baba için borçların kapanmaması, bir genç için hayallerin ertelenmesi, bir yaşlı için unutulmak…
Ama dikkat edin, herkesin yükü farklı olsa da ortak bir şey var: hiç kimse yükünü taşırken tam anlamıyla anlaşılmıyor. Çünkü insan, kendi yükünü en ağır sanıyor.
Belki de bu yüzden toplum giderek birbirine yabancılaşıyor. Oysa yüklerimizi yan yana koyup baktığımızda fark edeceğiz: aslında hepimiz aynı gemideyiz, sadece geminin farklı köşelerinde farklı fırtınalarla uğraşıyoruz.
Gerçek çözüm, kimsenin yükünü küçümsememek, kendi yükümüzün tek olmadığını bilmek ve paylaşabilmekte. Çünkü paylaşılan yük hafifler, anlaşılmayan yük ise insanın belini büker