“Mescit” gölgesinde unutulan tehlike: Yozlaşma!

Abone Ol

Tunceli’nin Ovacık ilçesindeki Munzur Gözeleri’ne yapılan küçük bir mescit, son günlerde Türkiye kamuoyunun gündemine oturdu. Özellikle bazı Alevi kurumlarının bu yapıya gösterdiği sert tepkiler, sadece inanç ekseninde değil, derin bir kültürel kırılmanın da habercisi oldu. Ancak dikkat edilmesi gereken nokta, bu tepkilerin yalnızca “asimilasyon” kaygısıyla açıklanamayacak kadar karmaşık bir zemine sahip oluşu. Tunceli bugün, asimilasyondan daha çok, git gide artan bir yozlaşmanın ve kimlik bulanıklığının pençesinde.

Tunceli, tarihsel olarak Türkiye’de farklılıkların bir arada yaşama deneyiminin sembol şehirlerinden biri olmuştur. Fethullah Gülen yapılanmasının en güçlü olduğu dönemde bile Tunceli’de etkili olamaması, bu kentin özgün yapısını ve dirençli kimliğini gösteriyor. Dolayısıyla burada açılan bir mescidi, “asimilasyonun parçası” olarak tanımlamak, hem bu özgün yapıyı göz ardı etmek hem de Alevi toplumunun sağduyusuna haksızlık etmek anlamına gelir.

Bir dönem Türkiye’nin en politik, en özgün kimliklerinden birine sahip olan Tunceli, son yıllarda kültürel ve sosyal anlamda ciddi bir dönüşüm yaşıyor. Bu dönüşümün adı, sadece asimilasyon değil; köksüzleşme, içi boşaltılmış semboller, tüketim kültürünün ve popülerleşmenin baskısı altında kimliğini yitiren bir coğrafya gerçeğidir. Yani mesele artık “başkası bizi dönüştürüyor” meselesi değil, “biz kendi içimizde neyi kaybettik?” sorusunu sorma zamanıdır.

Munzur Gözeleri’nde bir mescidin yapılması, bu anlamda simgesel bir olaydır. İnançlar arası saygıyı tartışmak elbette gereklidir. Ancak aynı zamanda gözden kaçırılmaması gereken şey, Tunceli’nin bugün kültürel açıdan giderek sıradanlaşan, kendi belleğini ticarileştiren ve geçmişle olan bağını zayıflatan bir noktaya doğru evrilmesidir. Munzur’un kıyısında fotoğraf çektirip sosyal medyada paylaşmak, eski ritüellerin yerini almış durumda. Gözelerde artık dualar değil, yüksek sesli müzikler, kalabalıklar, plastik atıklar dolaşıyor. Yani sorun bir mescitten ibaret değil; biz Munzur’un ruhunu çoktan kaybetmişiz gibi.

Bütün bu yozlaşma süreci karşısında verilen tepkiler, ne yazık ki çoğu zaman yüzeysel ve tepkisel kalıyor. Gerçek bir özeleştiri yapılmıyor. Tunceli’de asıl kaygılanmamız gereken, yalnızca dışarıdan gelen etkilere karşı direnç değil, içeriden gelen boşluk, duyarsızlık ve kimlik aşınmasıdır. Bu şehir, ne sadece Aleviliğin merkezi ne de sadece inanç özgürlüğü tartışmalarının nesnesidir. Burası; kültürüyle, diliyle, müziğiyle, siyasetiyle kendine özgü bir yaşam tarzının taşıyıcısıydı. Şimdi o taşıyıcı damarın zayıfladığı, yerini kimliksizleştiren bir rüzgârın aldığı görülüyor.

Asıl mesele, farklı inançların bir arada var olabileceği, birbirine saygı temelinde bir toplumsal düzen kurabilmek. Bunun için de karşılıklı hoşgörüye, yapıcı diyaloğa ve en önemlisi empatiye ihtiyaç var. Munzur’un sessizliği, bu sağduyulu sesi duymamızı bekliyor.