Her seçimden önce aynı cümleyi duyuyoruz: “Enflasyon tek haneye düşecek.”
Sanki bir sihirli değnek var ve sandık kurulduğu gün ekonominin bütün yaraları kapanacak. Yıllardır aynı vaat, aynı söylem, aynı umut tüccarlığı…
Fakat hayatın gerçekleri, mutfaktaki yangın, market raflarındaki fiyat etiketleri, kirayı ödeyemeyen milyonlar çok daha başka bir şey söylüyor: Bu ülkede enflasyon düşmüyor, tam tersine halkın sırtına her geçen gün daha fazla yük bindiriyor.
Bugün Türkiye’de sokaktaki herhangi bir yurttaşa sorun, size ekonomi hakkında kitaplar dolusu analizden daha net bir veri verir: Geçinilemiyor.
Pazar çıkışında “Artık meyveyi taneyle alıyorum” diyen teyzenin sesi, TÜİK’in tüm rakamlarından daha gerçek. Çünkü biz enflasyonu raporlarda değil, kasada, kira kontratında, doğalgaz faturasının üzerinde yaşıyoruz.
Bir ülkenin ekonomisi yalnızca rakamlarla değil, insanların yüzündeki ifade ile ölçülür. Ve bugün milyonların yüzünde umuttan çok kaygı, refahtan çok borç, gelecek hayallerinden çok ay sonunu çıkarma telaşı var.
Tam da burada bir parantez açmak gerek.
Biz sokak röportajlarını yalnızca içerik üretmek için değil, aslında bir çeşit kamuoyu yoklaması, bir sosyolojik gözlem yapmak için gerçekleştiriyoruz. Ve inanın, körün bile görebileceği, sağırın bile duyabileceği kadar açık bir gerçek var karşımızda.
Asgari ücret beklentisini sorduğumuz vatandaş, gönlündeki rakamı söylüyor ama ardından mutlaka şu cümleyi ekliyor:
“Olsa ne olacak? Her şey yine artacak. Yine ele avuca bir şey kalmayacak.”
İşte bütün ekonomi kitaplarını, saatler süren analizleri, politik tartışmaları, makro planları özetleyen gerçek tam olarak bu.
Bazen koskoca bir ekonomik krizi anlatmak için sayfalarca rapora ihtiyaç yoktur; vatandaşın mikrofona dökülen bir cümlesi, bir ülkenin tüm ekonomik fotoğrafını netleştirir.
Bu gerçeği anlamak için vatandaşın gözünün içine bakmak gerekir. Enflasyonun asıl tanımını oralarda duyarsınız; akademik değil, ekonomik değil hayatta kalma mücadelesinin içinden gelen bir tanım bu.
Ve yıllardır halka aynı nasihat veriliyor:
“Sabret vatandaş… Biraz daha sabret… Seçimden sonra bakarsın enflasyon da tek haneye iner.”
Hatta öyle bir tonla söylüyorlar ki, insan ister istemez “Biz mi anlamıyoruz acaba bu büyük stratejiyi?” diye tereddütte kalıyor yahu!
Ama kusura bakmayın, olmaz kardeşim.
Ekonomi dediğin şey sabırla düzelmez; adaletle düzelir, doğru üretimle düzelir, halktan yana politikayla düzelir.
Her yıl aynı söz:
“Sabredin, yıl sonuna doğru tek haneye inecek.”
Her yıl sonunda aynı bahaneler:
“Küresel kriz… Dış güçler… Beklenmeyen gelişmeler…”
Ah zaten şu dış güçler yok mu!
Kardeşim gerçeği konuşmak lazım gerçeği!
Bu ülkede yarayı açan da, yaranın kanamasını durduramayan da uygulanan politikaların kendisi.
Üretimi bitirmiş, ithalata bağımlı bir sistemi “tek haneli enflasyon” masalıyla makyajlayamazsın.
Piyasanın gerçeklerini görmezden gelip, halkın alım gücünü yok sayıp, bütün yükü emekçinin sırtına bindirince ekonomi düzelmez.
Asgari ücret masada 50 bin liraya yükseltilse ne olur? Markette sadece iki günde buhar olan bir paranın tek haneli enflasyon masalıyla mutlu sona ulaşması mümkün mü?
Bu ülkede çalışan da, işsiz de, emekli de aynı gerçeğin farkında:
Ekonomi bozuk. Hem de kökünden.
Ama biliyorsunuz sevgili yurttaşlar:
“Enflasyonu yıl sonu tek haneye düşecek, bilemedin seçimden sonra garanti düşer!”
Vallahi ezber ettik.
Dünya gözüyle bir de gerçekleştiğini görseydik iyiydi....
Çünkü düşmesi için önce düzen değişmeli, zihniyet değişmeli, ekonomi halktan yana kurulmalı.
Aksi halde ne mi olur?
Tek haneli enflasyon sadece bir seçim vaadi olarak kalır.
Biz de yine rafların önünde “Dün bu fiyat böyle değildi yahu?” diye etiket okurken buluruz kendimizi.