Her kuşağın karşılaştığı zorluklar ve sunduğu çözümler, insanlığın ortak hikâyesinin bir parçasıdır.
Büyüklerimiz, yaşadıkları dönemin toplumsal, ekonomik ve kültürel koşullarından etkilenerek bizleri yetiştirdiler. Bugün bizlerin de ebeveynler ve eğitimciler olarak yeni nesli yetiştirirken hareket noktamız, çocukluk deneyimlerimiz, mutlu ya da mutsuz olduğumuz anlar, aile yapılarımız, aldığımız eğitimler, yaşadıklarımız ve gördüklerimizdir.
Geçmişte çoğumuz yetiştiğimiz toplumun kurallarının ve ebeveynlerimizin sunduğu imkânların, kendi gelişimimizin gerisinde olduğunu kabul ederek onlara eleştiride bulunmuşuzdur. Anne babalarımızın bize yanlış gelen davranışlarını bizim çocuklarımıza yapmayacağımızı, kendimizin daha anlayışlı birer anne ya da baba olacağımızı, çocuklarımızı daha rahat koşullarda ve zengin imkânlarla yetiştirerek geleceğe hazırlayacağımızı çoğumuz hayal etmişizdir.
Çocuklarımızın bize nazaran daha rahat, daha mutlu, ruh ve beden sağlığı yerinde bireyler olarak büyümelerine gayret ederken kullandığımız iletişim dili, tutum ve davranışlarımız ile farkında olmadan yeni neslin yapı taşlarını oluşturacak değişim çarkını da çevirmeye başlıyoruz.
Dönemin yetişkinleri olan bizler ve bizlerden her alanda daha ileride olsunlar diye daha konforlu yetiştirmeye çalıştığımız genç nesiller ile aramızdaki döngüsel ilişki, kuşaklar arası çatışmaları beraberinde getiriyor. Gençler yetişkinleri beğenmemeye, yetişkinler de gençleri yetersiz görmeye devam ediyor.
Bizler yeni nesli kendi geçmişimizle kıyaslıyoruz ve genellikle bu kıyastan hoşnutsuz çıkarak eleştiriyoruz. Genç neslin, teknolojiyle bu kadar iç içe olmasını, sorumluluk almaktan kaçınmasını, değerlerinin bizim değerlerimizden daha farklı olmasını, esnek zamanlı çalışma alanı istemelerini, işe bağlılıklarının pamuk ipliği kadar zayıf olmasını ve önem sırasında kendilerini birinci sıraya koymalarını sorgularken yeni nesli yargılamaya devam ediyor ama onları anlamaya da pek çaba göstermiyoruz.
Yani yeni nesli eleştirmek kolay…
Peki, yeni nesli kim yetiştiriyor ve kim geleceğe hazırlıyor onları?
Bugünün sorumluluk sahibi yetişkinleri olarak, çocuklarımıza, öğrencilerimize, kendi mücadelelerimizi ve başarılarımızı aktarırken, çocuklarımızın bizim büyüdüğümüz dünyadan çok farklı bir dünyada büyüdüklerini de anlamamız gerekiyor.
Bu nedenle genç nesil ile ilgili yargılarımızı oluşturmadan önce sağlıklı bir yaklaşımda bulunabilmek için ilk iş, bizim nasıl yetiştirildiğimizi hatırlamak olmalıdır. Böylece bir sonraki neslin yetişmesine katkı sağlarken nelere yön verip, neleri değiştirdiğimizi görebiliriz.
Kuşağınızın özellikleri bir sonraki nesli nasıl etkiler?
1965 ile 1980 yılları arasında dünyaya gelen bebeklerden biriyseniz, otoriter ebeveynlik yaklaşımının yaygın olduğu bir dönemde büyüdüğünüzü söylemek yanlış olmaz. Çocukluluktan yetişkinliğe dek ebeveynlerin kontrolü altında, aile içi hiyerarşinin önemiyle, çocukların söz hakkının sınırlı olduğu, sevginin bile bir takım koşullara bağlı olduğu, itaat ve disiplinle yetiştirilen bir dönemin çocukları olarak günümüzün X kuşağını temsil ediyorsunuz.
Toplumsal ve ekonomik koşullardan etkilenen, eğitimin sınırlı kaldığı, geleneklerine, aile bağlarına bağlı yaşayan ebeveynler tarafından yetiştirilen X kuşağı olarak, disiplinli, özverili, çalışkan, zorluklarla mücadele etmekten yılmayan, kendi sorumluluklarını üstlenen, geleneklere ve kültüre uygun hareket edecek şekilde yetiştirildiniz. Böylece toplumsal aidiyet ve bağlılığı benimseyen, sahip olduğunuz sabır, disiplin ve çalışma ahlakı ile yetişen X kuşağının bir ferdi olarak, zorlukları kabul ederek çözüm üretmeye odaklı bir nesil olduğunuz için iş hayatınızı da özel hayatınızı da yönetebiliyorsunuz.
X kuşağının çocukları, bugünün Z kuşağının ( 1997-2011) ebeveynleridir.
X kuşağı ebeveynleri, Z kuşağını, kendilerine söz hakkı tanınmamasının eksikliğini değiştirmek isteyerek çocuklarını daha çok dinleyip, kararlarına daha çok değer vererek yetiştiriyor. Çocuklarının kendilerini ifade edebilmeleri için daha demokratik ortamlar oluşturuyor, daha özgür hareket etmelerine olanak sağlıyor. Teknolojik gelişimleri takip edebilmeleri için onlara daha geniş imkânlar da sunuyorlar.
1981 ile 1996 yılları arasında dünyaya gelen bebeklerden biriyseniz, X kuşağına göre daha özgürlükçü bir aile ortamında büyüyen Y kuşağı bireylerinden biri olduğunuzu söyleyebiliriz. Ebeveynlerinizin kontrolünün altında, aile içi hiyerarşi içinde, eğitim ve sosyal imkânlarınız daha zengin, bağımsız, teknoloji ile iç içe büyüyen, kariyer hedeflerinize olanak tanınırken yine de bireysel olarak söz hakkınızın hala sınırlandırıldığı bir dönemde geliştiniz. Y kuşağı olarak, toplumsal kurallara karşı daha esnek yaklaşıp, dijital platformları aktif olarak kullanabilen, kültürel değerlere karşı duyarlı bireyler olarak toplumda yerinizi aldınız.
Y kuşağının çocukları, bugünün Alfa kuşağının (2012 ve sonrası) ebeveynleridir.
Y kuşağı ebeveynleri, kendi çocukluklarındaki eksiklikleri telafi etmeye çalışarak Alfa kuşağını yetiştirirken, fikirlerini ifade etmeleri için çocuklarına alan açmaya çalışan, daha özgür ve destekleyici ortamlar yarattılar. Alfa kuşağının her bir ferdi teknolojiyi erken yaşta deneyimlemesiyle öne çıkıyor.
Dijital araçları kullanma becerileri ile ihtiyaç duyduğu her bilgiye ulaşabilen, öğrenme meraklarını hızla giderebilen, küresel çeşitliliğe sahip olduğu için daha açık fikirli olan, değişimlere uyum sağlayabilen, dijital platformlarda düşüncelerini rahatça ifade ederek yetişen bu nesle evde, okulda, sokakta, hep birlikte dokunuyoruz.
Anlaşıldığı üzere büyümekte olan her nesil kendisinin yetiştirildiği dönemde hoşuna gitmeyenleri değiştirmeye gayret etmiş, yerine yeni davranış kalıpları oluşturmuş ve ortaya çıkacak yan etkileri de hesaplamadığından kendisine benzemediği için yeni neslin özelliklerini de eleştirmiştir.
Yapılan eleştiriler, temelde daha iyiye gitme amacı taşısa da çocuklarımızı özgür ortamda büyütme gayretimiz, çocuğumuzun kurallara uyma konusunda eksiklikler yaşamasına; aşırı koruyucu ebeveyn tutumlarımız, kendi sorunlarını çözme becerilerini kısıtladığı için çocuklarımızın özgüvenlerinin düşük olmasına; ihtiyaçlarından çok çocuklarımızın isteklerine odaklanarak hareket etmemiz, onların sabırsız, doyumsuz ve tüketim odaklı yaşam tarzı benimsemelerine; kendi hayallerimizi çocuklarımızın gerçekleştirmesini bekleyerek bu yönde yaptığımız yönlendirmeler ve imkânlar, çocuklarımızın kendi kimliklerini bulmakta zorlanmasına neden olabiliyor.
Kısaca her ne kadar çocuklarımıza kararlarında rehberlik etmeye çalışan ister bir ebeveyn ister bir eğitimci olalım eylemlerimizle kuşaklararası farklılıklara sebep oluyoruz.
Ortaya çıkan farklılıkların anlamlı gelişmelerle yeni nesilde görülebilmesi için biz yetişkinlerin, yetiştirdiğimiz nesli anlamak üzere dinlemesi, farklılıklarına hoşgörüyle yaklaşması, çocuklarımıza hata yapma ve öğrenme fırsatını sunması, empatiye, anlayışa ve sağlıklı iletişime dayalı yaklaşımları benimsemesi önemlidir. Böylece evlatlarımızı hem akademik hem de sosyal yaşamlarında daha az eleştirip daha çok anlayabilir ve ilişkilerimizi güçlü temellere oturtabiliriz.
Geçmişten bize aktarılan mirasın yanı sıra, bireysel olarak geleceğe bırakacağımız izlerin de sorumluluğunu taşıdığımızın farkında olduğumuzda, çocuklarımızla ortak değerler etrafında birleşmeyi başarabilir ve bu şekilde toplumsal ilerlemeye de katkı sağlayabiliriz.
Gücümüz bu hikâyeyi ortak bir anlayışla, birlikte yazabilmemizde gizlidir.