Şehirler, insan ruhunun bir yansıması gibidir. Sabahın erken saatlerinde telaşla işe yetişmeye çalışanların adımları, öğle arasında kahve sırasındaki sabırsızlık, akşam saatlerinde eve dönüş yolculuğunun yorgunluğu… Her an, her sokak, kendine özgü bir hikâye barındırır.
Gözlerinizi kapatıp bir an durun. Şehrin seslerini dinleyin. Klakson sesleri, bir çocuğun neşeyle kahkaha atışı, kaldırımda yürüyen birinin aceleci adımları… Bunların hepsi zamanın ritmini oluşturur. Hepimiz bu ritmin bir parçasıyız, bazen hızlanıyor, bazen yavaşlıyoruz. Ama çoğu zaman, farkına bile varmadan bu akışın içinde kayboluyoruz.
Modern yaşam bize hızın başarı olduğunu öğretti. Daha hızlı olmak, daha çok üretmek, daha çok yetişmek… Peki, bu hızın içinde gerçekten yaşıyor muyuz? Yoksa sadece zamanı kovalamaktan kendimizi unutuyor muyuz?
Bir sabah, alışılmışın dışında bir şey yapın. Mesela, bir kaldırıma oturup geçen insanları izleyin. Yüzlerindeki ifadeleri okuyun. Kim mutlu, kim yorgun, kim düşünceli? Belki de şehirde ilk kez bu kadar dikkatle bakmadığınızı fark edeceksiniz.
Zamanın ritmi, ona nasıl eşlik ettiğimizle anlam kazanır. Bazen durup derin bir nefes almak, şehrin telaşında kaybolmamak için en büyük hediyemiz olabilir.