Saatler, zamanı göstermenin ötesinde, kültürlerin, dönemlerin ve kişisel hikayelerin taşıyıcısıdır. Bu röportajda İsmail Doğanay ile saatlerin birer objeden çok daha fazlası olduğu dünyaya bir yolculuğa çıkıyoruz. Saat kulelerinin birer şehir simgesine dönüşen anlamlarından, koleksiyonculuğun inceliklerine kadar uzanan samimi ve derin bir sohbet sizleri bekliyor.

T.Ç.: Saat Kulesi markasının kuruluş hikayesini ve vizyonunu bize anlatır mısınız? Saatçilikte sizi farklı kılan özellikler neler?
İsmail Doğanay: Saatçilik ve optik sektörüne 1996 yılında çırak olarak adım attım. Yıllar içinde kazandığım tecrübe ve birikimle, 2004 yılında İstanbul Osmanbey’de ilk mağazamı açtım. O dönemde hem optik ürünler hem de saat satışı yapıyorduk. Ancak Avrupa Birliği uyum süreciyle getirilen düzenlemeler, optik ve saatin bir arada satılmasını sınırlayınca yalnızca saat sektörüne odaklanmaya karar verdim.
Markamızı daha da güçlendirmek adına stratejiler geliştirdim. Kâr oranlarını artırmak ve satın alma gücünü optimize etmek için bir zincir marka olmanın önemini fark ettim. Saat sektöründe, büyük markaların daha avantajlı fiyatlar sunabilmesi için yüksek hacimli alımlar yapılması gerekiyor. Bu yüzden, benim gibi büyümeyi hedefleyen bağımsız mağaza sahipleriyle iş birliği yaparak “birlikten kuvvet doğar” anlayışıyla hareket ettim. Bu süreçte farklı isimlere sahip geleneksel saatçileri, ortak bir çatı altında birleştirerek Saat Kulesi markasını hayata geçirdim. Franchising yerine, mağaza sahipleriyle iş ortağı gibi çalışıyoruz. Bu da karşılıklı güven-kazan ilkesi üzerine kurulu. Böylece markamız, klasik zincir mağazacılık modelinden farklı, daha samimi ve sürdürülebilir bir büyüme sağlıyor.
İsmini, saat kulelerinin tarihsel ve sembolik anlamından alan bu marka, geçmişle geleceği birleştiren bir vizyonu temsil ediyor. Markamız, yalnızca saat satışıyla sınırlı kalmıyor; aynı zamanda zamanı, bir sanat eseri gibi değerli kılmayı amaçlıyor. Zaman bizim için durdurulamaz ve asla geri döndürülemez bir olgu. Sattığımız her bir saatin de bu inancı müşterilerimize de aktaran bir misyonu var.
2007 yılında başladığımız bu yolculukta, bugün 32 mağazamızla hizmet veriyoruz. Bugün sektördeki varlığımızı büyüterek, Saat Kulesi’nin hikayesini daha geniş kitlelere ulaştırmak için çalışmaya devam ediyoruz. Hedefimiz 2025 yılının sonuna kadar 40 şubeye ulaşmak.
T.Ç.: Saat kuleleri, bir şehrin kimliği haline gelebiliyor. Sizce bir saat kulesini bir kentin simgesi yapan unsurlar nelerdir? Hangi saat kuleleri bu anlamda sizin için öne çıkıyor?
İsmail Doğanay: Saat kuleleri bugün halihazırdaki bütün saatlerin atasıdır. Bunlar yalnızca zamanı gösteren yapılar değil, aynı zamanda bir şehrin hafızasında yer eden, o şehrin kimliğini ve ruhunu yansıtan eserler. Bir saat kulesini bir kentin simgesi yapan en önemli unsurlar, o yapının tarihsel bağlamı ve mimarisidir. Yani hangi dönemde inşa edildiği, kim tarafından inşa edildiği, nasıl bir estetiği yansıttığı, kullanılan malzemelerden işlenen detaylara kadar her bir unsur önemlidir ve yapının da mahiyetini belirler.
Örneğin sultan II. Abdülhamid zamanında yapılan iki saat kulesi hem anlamları hem de estetik görüntüleri açısından benim için ön planda diyebilirim; İzmir Saat Kulesi ve Dolmabahçe Kulesi. Ayrıca bunlar değişen bir anlayışın ve estetiğin de yansımalarıdır, bu açıdan da ilgi çekicidirler.
Saat Kulesi markasını oluştururken de bu yapıların önemi, markamızın ismini seçmede en büyük belirleyicimiz oldu.

T.Ç.: Saat kulelerinin tarihimizdeki yeri büyük. İzmit Saat Kulesi gibi önemli bir yapıyı siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce İzmit Saat Kulesi’nin diğer kuleler arasında nasıl bir farkı var?
İsmail Doğanay: Bütün saat kulelerinin olduğu gibi, İzmit Saat Kulesi de şehrinin önemli simgelerinden biri. II. Abdülhamid'in tahta çıkışının 25. yıl dönümünü anma amacıyla inşa edilmesi dolayısıyla da tarihimizin belirli bir parçasının sembolü. Kulesinin biçimi, genel estetiği açısından çok güzel görünen bir kule. Bir balkonu ve alt kısmında çeşmeler bulunması kuleyi görece daha farklı kılan bir özellik. Ayrıca geçmişte yapılan hemen hemen her eser gibi bu da geçmişin bu tip çalışmalarının ne kadar özenli, zevkli ve kıymetli yapıldığını hatırlatıyor.

T.Ç.: Saat kulelerinin tarihçesi genellikle ilginç hikayelerle dolu. Sizi en çok etkileyen bir saat kulesi hikayesini bizimle paylaşır mısınız?
İsmail Doğanay: Meksiko City’deki Osmanlı Saat Kulesi’ni beni etkileyen bir örnek olarak söyleyebilirim. Kule, Meksika'nın bağımsızlığının 100'üncü yıldönümünü kutlamak üzere, Meksika’da yaşayan çoğu Lübnan ve Arap kökenli Osmanlı vatandaşları tarafından hediye edilmiş. Üzerinde "La Colonia Otomana a Mexico - Septiembre de 1910" (Osmanlı Cemaatinden Meksika'ya - Eylül 1910) ibaresi yazılı levha bulunuyor.
Kule, bir Osmanlı mührü olarak başkent Meksiko City’nin Chapultepec bölgesinde. Mimari detaylarında Osmanlı-Endülüs sanat anlayışını yansıtan bir yapı. Üzerindeki üç çanın sağ kolunda çam ağacı, sol kolunda Ay yıldız, en üstünde ise kartallı Meksika arması bulunmaktadır. Çini süslemeler, Osmanlı Türkçesi’nde olduğu gibi Arap alfabesi kullanılması, saatin yüzeyinin üst kısmında İlla Radiallah (Allah’ın rızası dışında bir şey yoktur) yazması ve tüm bunların bu kültürden uzak bir coğrafyada bulunması işin ilginç ve güzel olan yanı. Saat, yalnızca zamanı göstermekle kalmıyor; aynı zamanda iki millet arasındaki bağları simgeliyor. Beni en çok etkileyen yanı ise, Osmanlı’nın dünyanın dört bir yanındaki izlerini incelemenin, bu izlerin ardındaki hikayeleri öğrenmenin, geçmişi anlamlandırmamıza nasıl katkı sunduğudur.

T.Ç.: Saatlerin hem işlevsel hem de estetik bir obje olması, zaman algımızı nasıl etkiliyor? Saat tasarımlarının geçmişten bugüne değişimini nasıl değerlendiriyorsunuz?
İsmail Doğanay: Saatler zamanı ölçmek gibi temel bir ihtiyaçtan doğmuş olmalarına rağmen, tarih boyunca insanların estetik algısıyla her şeyi şekillendirdiği gibi birer sanat eserine dönüştürülmüşlerdir. Bunların hem işlevsel hem de estetik objeler olması, zaman algımızı derinlemesine etkiler. Örneğin, bir duvar saati ona zamanı öğrenmek için bakmadığımızda, mekânın atmosferini belirleyen bir dekorasyon parçası haline gelir. Bilekte taşınan bir saat ise, kişinin karakterini ve tarzını yansıtan bir ifade biçimi olabilir. Estetik bir saati kolumuza taktığımızda, zamanla daha farklı bir bağ kurarız. Bu bağ, bize zamanın değerini hatırlatır; çünkü güzel bir tasarım hem gözümüze hitap eder hem de taşıdığı hikâye ile duygularımıza dokunur.
Saat tasarımlarının geçmişten bugüne olan değişimi ise oldukça etkileyicidir. İlk taşınabilir saatlerden biri olan cep saatleri, işlevselliğin yanında zarif işlemeleriyle zenginliğin ve asaletin bir simgesi olarak görülüyordu. Daha sonra 20. yüzyılda kol saatleri popülerleşti ve tasarımlar modernleşmeye başladı. Minimalist çizgiler, dayanıklılık, hatta teknolojiyle bütünleşmiş akıllı saatler, tasarımların sadece estetik değil, kullanım kolaylığı ve işlevsellik açısından da geliştiğini gösteriyor. Ama tabii işlevsellik ne kadar ön plana çıkarılsa da estetik kaygılar hiçbir zaman bir kenara bırakılmıyor.

T.Ç.: Saatler bir sanat eseri olarak değerlendirildiğinde, sizin favori döneminiz ya da tarzınız nedir?
İsmail Doğanay: Saatlerin evrimi çok eski zamanlardan başlamakta. Belirli bir favori dönemim olduğunu söyleyemem. Bir örnek vermek gerekirse ilk taşınabilir saatlerden biri olan cep saatleri, işlevselliğin yanında zarif işlemeleriyle zenginliğin ve asaletin bir simgesi olarak görülüyordu. Estetik görüntüleri ve nitelikleri açısından bunların gayet hoşuma gittiğini söyleyebilirim.
T.Ç.: Saat koleksiyonculuğu sadece bir tutku değil, aynı zamanda bir tarih bilinci mi? Koleksiyonunuza alırken bir saatte en çok dikkat ettiğiniz unsurlar neler?
İsmail Doğanay: Tabii ki, her saat, tasarımı, hikayesi ve dönemin izlerini taşımasıyla o dönemin hatırasıdır. Seçim yaparken, birçok önemli unsura dikkat ederim. Öncelikle, yaygın olmayan ve bulunabilirliği az olan modeller ilgimi çeker. Mesela limitli üretim saatler, nadirlikleriyle koleksiyonculukta ayrı bir yere sahiptir ve büyük bir anlam taşır. Böyle saatler hem eşsizdir hem de koleksiyona değer katar. Saatin hikayesi de benim için belirleyicidir. Özgün bir geçmişe sahip olan saatler, sadece zamanı değil, bir hikâyeyi de taşır. Kalite ise vazgeçilmezdir; hem malzeme hem de işçilik açısından üstün olan parçalar önceliğimdir.
T.Ç.: Zaman ve saatler üzerine kişisel bir anınızı ya da sizin için anlam taşıyan bir düşüncenizi paylaşabilir misiniz?
İsmail Doğanay: Yakın zamanda bir saat üretimi gerçekleştirdik. Benim için zaman ve saatler konusunda en güncel ve önemli anım şu an bu diyebilirim. Bu saat Kıbrıs Barış Harekatı’nda mayına basıp paletleri kopan ama olduğu yerden savaşa devam eden M47 Tank ve mürettebatının kahramanlık öyküsünden esinlenerek tasarlandı.
Saatin kordonunda tank paleti, akrep yelkovanında top namlusu, kurma kolunda paletleri çeviren disk ve 12 yönünde hedef göstergesi bulunmaktadır. 300 adet limitli sayıda üretilmiş özel bir saat olan M47 Tank’ın üç kadran rengi mevcut her renkten 100'er adet üretildi.
İlk ürettiğimiz saatte tarihimizdeki önemli bir hikâyeden ilham alıp milli duygularımızla saate bir anlam kattık. Karşılığında da insanlardan güzel bir geri dönüş aldık. Dediğim gibi, zamanın geri dönülemez bir olgu olduğuna inanıyoruz ve sattığımız/ürettiğimiz saatlerin bunun bir sembolü olmasını, bir hikâye barındırmasını istiyoruz.
Bu samimi ve ilham dolu röportaj için İsmail Doğanay’a teşekkür ediyor, Saat Kulesi markasına ve saat koleksiyonculuğu serüvenine başarılar diliyoruz.
Mert Kalafat'a özel teşekkürlerimizle...

            




