Kar sabaha kadar yağmış, her tarafı bembeyaz bir örtü kaplamıştı. Bu beyaz örtü, üzerine düşen güneş ışınlarıyla parıl parıl parlıyordu. Babam erkenden kalkmış, sobayı yakmış, yabayla kardan kapanmış yolu yeniden açmaya çalışıyordu. Mağazan bir kürek alıp babama yardım için yanına gittim. Öyle çok kar yağmıştı ki, yol açma çabamız epey sürdü. Yabayı, küreği mağazaya koyduk, eve girdik. Üşümemiştik, hatta terlemiştik bile. Annem, güzine sobaya patates atmış, üzerinde de bir gün önce yaptığı bazlamaları ısıtmış kahvaltı için bizi bekliyordu. Annem yer sofrasını serdi, ortasına bir kasnak koydu, üzerine de geniş bir sini yerleştirdi. Sobanın üzerindeki çaydanlıktan kaynayan su damlalar halinde taşıyor, taşan damlalar yuvarlanarak tekrar sobanın üzerinde kayboluyordu. Babam çaydanlığı sobanın üzerinden aldı, sofranın yanına koydu. Sofraya oturduk, sofra altıyı dizlerimize çektik ve keyifli bir kahvaltı yaptık.
Mahallenin çocukları kar, yağmur demez, stadyumun yanındaki boşlukta futbol oynarlardı. Öğleye doğru stadyuma gitmek üzere evden çıktım. Stadyuma vardığımda on on beş kişi toplanmış, karları çiğneyerek sahayı düzlemeye çalışıyorlardı. Ben de onlara katıldım. Yan yana dizildik, tüm sahayı çiğneyerek düzlemek için canhıraş tepiniyorduk. Ayakkabılarıma giren kar erimiş, ayakkabılarımın içi cımcılık su olmuştu. Ama ayaklarım üşümüyordu. Bir süre sonra sahanın büyük bir bölümü futbol oynanacak hale geldi. O arada Kadir Abi dedikleri birisi elinde bir futbol topuyla çıkageldi. Mahallenin çocuklarının futbol topu yoktu, oyun plastik topla oynanırdı. Futbol topla oynamak ayrıcalıklı bir şey olsa gerek ki, çocuklar hemen Kadir Abi’nin etrafında toplandı. Kadir Abi, ayağına kramponları takmış, üzerine yeni alındığı belli olan eşofmanlarını giymiş, başına yine yeni alındığı açıkça belli olan bere geçirmişti. Kadir Abi, otuz beş kırk yaşlarında biriydi. Oradaki çocuklardan birinin akrabasıymış. Sıra takım kurmaya gelmişti. İki kişi takım seçmeye başladı. Seçime birer birer iyi oynayanlardan başladılar. Hiç kimse beni görmüyordu. Takımlar kuruldu, kaleciler kalelerine geçti ve oyun başladı. Bense dışarda kalmıştım. Herhalde sayı tek kaldığı için benimle eşleşen olmamıştı. Sahanın kenarı iki metreye yakın beton duvarla çevriliydi. Kenara çekildim, sırtımı duvara yasladım ve oyunu seyretmeye başladım. Kadir Abi topa vurmayı bile bilmiyordu. Kendine top geldiğinde etrafında debeleniyor, her gelen topu kaptırıyordu. Hâlbuki ben ondan ve sahadaki çoğundan daha iyi oynayabilirdim. Daha geçen gün penaltı yarışmasında, siyah çizmelerimle her atışı gole çevirmiş, başkasını galip getirmek için yaptıkları oyuna rağmen sahanın en iyilerini bile yenmiştim. İçimden, “belki biri oyundan çıkar yerine girerim veya biri gelir karşılıklı olarak oyuna alınırım” diye geçiriyordum. Oyun devresi oldu. Ne kimse geldi ne de oyundan çıkan oldu. Kaleler değişildi, oyunun ikinci yarısı başladı. Havanın soğukluğunu hissetmeye başladım. Pantolonumun ıslanan alt kısmı donmuş, kazık gibi olmuştu. Ayaklarımı hissetmiyordum. Hareketsiz bir halde duvara yaslanmış oyunu izliyordum.
Gözümü açtığımda, oyuncular etrafımı çevirmiş, başımda toplanmışlardı. Aralarından Uğur’un sesini tanıdım. Alaycı ve kendine has gülümsemeli bir tonla:
“Lan oğlan bir robot gibi yere devrildi”
Kadir Abi de:
“Oğlana bi şey mişey olur da, hastaneye mi götürsek”
Oradakilerden biri:
“Yok la bi şey yok. Aha gendine geldi.”
.
İki kişi koluma girdi, beni ayağa kaldırdı. Kenara çekildim. Onlar, hiçbir şey olmamış gibi tekrar oyuna başladılar. Ben de biraz bekledikten sonra evin yolunu tuttum.
Oyun esnasında birinin süratle vurduğu top kafama çarpmış; kafam ıslanmış deri futbol topuyla beton duvar arasında kalmış, olduğum yere kalas gibi devrilmişim. O anda bilincimi kaybetmişim. Bunu, daha sonra Uğur, eğlenceli bir durummuş gibi bana anlattı.
Not: Bu olay, o gün için beni fazla incitmemişti. Yıllar sonra hatırladığımda, koca sahada bir kişiye mi yer yoktu? Diz boyu karı birlikte çiğnemiştik, hiç olmazsa onun hatırına oyunda yer verilmeliydi. Neydi, bu dışlanmanın sebebi?... Kimseye zararımız olmamıştı. O zaman anlayamamıştım, ama şimdi anlayabiliyorum. Bizi, kendilerinden saymıyorlardı. Onlara böyle söylenmişti. Ama biz, yine de sizi bizden farklı görmüyoruz. Buradaki “bizi” ve “sizi” kaldırıyorum; “BİZ” diyorum. Ben kinlenmedim, ama belli ki, incinmişim.
Tüm anne-babalar ve eğitimciler!
Değiştirin bu kafayı!!!
Çocuklarınıza sevgi dilini, barış dilini öğretin. Dışlamayı, aşağılamayı, yok saymayı, kini, nefreti çıkarın dilinizden. Çocuklarınıza, yıkmak yerine yapmayı, tüketmek yerine üretmeyi, sahiplenmek yerine paylaşmayı-yardımlaşmayı, rekabet yerine işbirliğini, önyargılar yerine gerçeği öğrenmeyi, dini ve ideolojik saplantılar yerine aklını ve vicdanını özgürce kullanmayı, daha önemlisi esnek düşünmeyi öğretin.
Aksi halde, toplum içinde huzursuzluğa yol açan olup bitenden şikâyet etmeye hakkınız olmayacaktır.