SENİN BENİ SEVMEMENİ HİÇ SEVEMİYORUM

“Senin beni sevmemeni hiç sevemiyorum…” Kulağa tuhaf geliyor değil mi? Ama hayat bazen bu cümlenin ta kendisi. İnsanlar birbirini destekler, sonra engeller, sonra tekrar destekler… Hepsi, kendi iradelerini göstermek için yapılan bir dans gibi.

Düşünün: Bir kişi, bilgi ve deneyimle yol almış, farklı fırsatlar yakalamış, ardından etkili kararlar vermek için çaba göstermiş. Bazıları onu desteklemiş, bazıları engellemek istemiş. Ama o, önüne çıkan engellere rağmen, kendi istikametini korumuş ve sonunda istediğini gerçekleştirmiş.

İronik olan ise şu: Başkalarının sevmemesi, engellemesi ya da karşı çıkması, çoğu zaman kişinin kararlılığını daha görünür kılıyor. Toplumun her alanında bu durum kendini gösteriyor: İş hayatında, sosyal ilişkilerde, hatta günlük tartışmalarda… İnsanlar birbirini sevmiyor, birbirini engelliyor, ama bir şekilde birbirine ihtiyaç duyuyor.

Ve işte tam bu noktada fısıldayabilirsiniz kendi kendinize: “Senin beni sevmemeni hiç sevemiyorum…”. Çünkü hiciv, çoğu zaman hayatın karmaşasında nefes aldıran tek şeydir.

UNUTULMUŞ MAHALLE KAHRAMANLARI

Mahallemizde hep görmezden geldiğimiz ama aslında hayatımızı kolaylaştıran insanlar vardır. Sessiz, sakin, görünmez… Çoğu zaman fark etmezsiniz ama onlar olmasa mahalle hayatı kaosa döner.

Sabah kalkmakta zorlandınız, gözlerinizi ovuştururken elinizde odun ateşinde pişirilmiş, coğrafi işaretli İzmit simidi var. Sokağa adım attınız ve yol boyunca, apartmanın önünden, kaldırımlardan, sokak başlarından geçen temizlik görevlisini gördünüz… İşte o an fark ettiniz: Bu küçük ama görünmez emekçiler, mahalleyi yaşanabilir kılan gerçek kahramanlar.

Postacı, market sahibi, eski apartman kapıcısı… Hepsi sessizce görevlerini yapıyor. Sosyal medyada ödül yok, büyük ekranlarda kahramanlık yok, ama hayatın ritmi onların emeğiyle sürüyor. Çoğu zaman fark edilmiyorlar, unutuluyorlar… Ama sabah simidinizi alıp sokağa çıktığınızda, fark etmeden teşekkür etmiş oluyorsunuz onlara.

Hiciv burada devreye giriyor: Modern toplum, kahramanı yalnızca büyük işler yapan, göz önünde olan kişi sanıyor. Oysa gerçek kahraman, sokakta, sessizce görevini yapıyor.

Ve belki de bize hatırlatıyor: Kahramanlık yalnızca büyük işler yapmak değildir; küçük işlerin hakkını vermek, emeğe saygı göstermek de kahramanlıktır.

İronik bir şekilde, çoğu zaman değer verdiğimiz şeyler büyük, gösterişli ve görünür olmalı diye düşünüyoruz. Halbuki mahalle kahramanları, sessiz ama vazgeçilmez şekilde hayatımızı şekillendiriyor.

Bir gün gözümüzü açtığımızda, belki de farkına varacağız: Mahallemiz, bu küçük ama unutulmaz emekçilerin sayesinde hâlâ yaşanabilir.

EŞYALAR KONUŞSA NE DERDİ ?

Düşünün, eşyalar konuşabilse… Dolabınız, sandalye, çamaşır makinesi hatta kaleminiz… Hayatımızdaki nesneler, sessizce bize sinyaller gönderiyor ama biz duymazdan geliyoruz.

Dolap: “Bir de bana baktığınızda içimi açıp rafları düzenleyin” derdim ama kimse dinlemez. Sandalye: “O kadar oturuyorsun ki artık belim ağrıyor, biraz saygı göster” der. Çamaşır makinesi: “Bir gün temizlik yapmayı bırakacağınızı sanıyorsunuz, değil mi?”

Hiciv burasında kendini gösteriyor: İnsanlar, nesnelerin sesini duymadığı için onların hayatına hükmedebileceğini sanıyor. Halbuki her eşyada bir hayat, bir sabır, bir hikâye var. Ve biz bu sessiz hayatlara karşı ne kadar dikkatsiz olursak, o kadar komik bir şekilde kendi hayatımızı zorlaştırıyoruz.

İronik olarak, eşyalar konuşsaydı belki de biz insanlardan daha bilge olurlardı. Biz, kendi duygularımızı ve ihtiyaçlarımızı görmezden gelirken, onlar sessiz sabırla bekliyor.

Belki bir gün: Dolap açıldığında bize “Yeter artık, biraz dikkat et” derse şaşırmayacağız.