Son beş yılını Kocaeli’nde yaşamaya ayırmış ve daha öncesinde de birçok farklı şehirde yaşama imkânı bulmuş biri olarak bu şehrin neyi eksik diye soracak olsalar hiç düşünmeden ‘ Kültür’ü derim.

Kocaeli’nin bir şehrin sahip olabileceği bütün nimetlere sahip olduğunu görebilmek hiç de zor değil. Kayak tesislerinden yeşilin en güzel hallerini içinde barındıran doğal alanlarına, alışveriş severlerin görmek isteyeceği merkezlerden Türkiye sanayisinin kalbi durumundaki iş sahalarına kadar her şeyi sınırları içinde görebilmek mümkün. Bir şey hariç, ‘Şehir Kültürü!’

Kocaeli, seneler boyu sınırları içinde gelişen sanayileşme faaliyetleri ve buna bağlı olarak artan göç dalgası ile birlikte yurdumuz insanlarının gurbetteki iş kapısı yani Türkiye’nin Almanya’sı olmaya başlamış; ancak bu oluşum esnasında ülkenin farklı noktalarından bir araya getirdiği insanları, sağlam temeller üzerine oturtulmuş bir hayata entegre etmek yerine kendi hallerine bırakıp uzaktan izlemeyi tercih etmiş. Hâliyle bu şartlar altında büyüyen nesillerin yaşadığı ilçeler ve hatta mahalleler arasında dahi ciddi kültürel farklılıklar oluşmuş.

Farklılıkların her türlüsü güzeldir ancak ‘kültürel’ farklılıklar belirli bir uyum içinde ilerlemezse şehirler adına yaşanacak kaosların da en ciddi sorumlusu olur.

Peki kültürel farklılıklar çatışınca neler mi olur? Gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinden düşmeyen, tüm Türkiye’nin dehşetle takip ettiği sabah programlarının başrol oyuncusu olan, şiddet, taciz, tecavüz haberlerinin sıradanlaştığı bir şehir haline gelirsiniz. Gurbete giden ailelerin dil bilmez, iz bilmez çocuklarının yaşadığı gibi bu ülke çocuklarının kendi toprakları içindeki kayboluş hikayelerine şahit olursunuz.

Varlıklarını ispat edebilmek adına suçun bin bir türlüsüne karışan, anlaşılmadığını düşündüğü her an bir başka insanın yakasına yapışıp hırsını ondan çıkaran, karşı cinsini bir cinsel objeden öte görmeyip fırsat bulduğu ilk an sınırlarını işgale zorlayan insan modelleri, belki de hayatın en acı sosyolojik gerçekleri olarak önümüze gelir.

‘Pippa Bacca’ ismini hatırlayanınız var mı? Hani şu savaş çıkaran ülkeleri protesto etmek için üstündeki gelinliği ile İtalya’dan yola çıkıp otostopla Filistin’e gitmek isteyen ancak Gebze’de tecavüz edilerek öldürülen ‘Barış gelini…’

Peki ya tüm Türkiye’nin kanını donduran ‘Palu Ailesi’ni hatırlayanınız var mı? Cinayetler, istismar, şiddet, uyuşturucu, din tacirliği, büyüler derken tüm Türkiye’yi günlerce ekran başına kilitlemişti.

Son olarak da işitme engelli bir gencin acımasızca darp edildiği vicdan kanatan o görüntüler…

Kötülük ve cehaletin kol kola girdiği bu olayları hatırlarken bile insanın canı yanarken bunların Kocaeli’nde gerçekleşen vahim olaylardan sadece yazılı ve görsel basınla buluşmuş olanları olduğunu kabul etmek gerekir.

Hâlbuki şehrin reklam panolarına baktığınız zaman sürekli gülümseyen, çocukların başını okşayarak poz verip devletin şefkat elini halka uzattığını düşünen yerel yöneticilere denk gelince ne kadar da mutlu bir kentte yaşıyoruz diyorsunuz değil mi? Hele futbol aşığı bir ülkenin idarecileri olarak şehrimizin futbol takımına ait atkıları boyunlarımıza geçirip yarıştığı ligde başarılar dileyen afişler ile şehri donatınca ‘Sosyal’ bir yerel yönetimin bütün kurallarını yerine getirmiş oluyoruz(!)

Yaşadığım süre zarfında Kocaeli sınırlarında gördüğüm durum, sahip olduğu kültürel farklılıklarının geçmişten günümüze kadar analiz edilmediği, ortak değerler üzerine inşa edilecek bir şehir ve toplum bilinci oluşturulması adına hiçbir çalışma yapılmadığı ve aksine, farklılıkların seçim dönemlerini kolaylaştırıcı bir rey kazanma imkânı olarak görüldüğüdür.

Kocaeli, İstanbul’un bir kenar semti ya da ilçesi değildir, aksine sosyal ve kültürel faaliyetlerinin öne çıkarılması hâlinde çevresindeki illerin cazibe merkezi olabilme potansiyeli de yüksektir. Bunun için yapılması gereken şey, toprakları üstünde yetişen çocukları bilimle olduğu kadar sanat ve edebiyatla da yoğurmasıdır. Matematikle mücadele edemeyen çocuğa hiç arzusu olmadığı halde sanayi yollarını göstermek yerine yeteneklerine bağlı olarak tiyatro, müzik ya da dans okullarına yönlendirebilmesidir.

Şiddetten ancak ve ancak kalem kâğıda sarılarak ve özümüzden yükselen sanatsal değerlere tutunarak uzaklaşabiliriz.