Bizim Anadolu’da bir söz vardır: “Dini tilkiden öğrenen tavuk çalmayı sevap zanneder.” Yani insan yanlış bir yerden, yanlış birinden bir şey öğrenirse, yaptığı yanlışı doğru sanır. Peki, ya ahlak dediğimiz şey? Hepimiz ahlaklı olalım deriz ama iş uygulamaya gelince, bazen işler karışıyor. Mesela bir kelebeği öldüren üzülür, vicdan azabı çeker. Çünkü kelebek güzel, narindir, masum görünür. Ama bir hamam böceğini öldüren, “Oh, iyi yaptım!” der, kahraman gibi hisseder. Niye? Çünkü hamam böceği iğrenç, pis sanılır. Bu nasıl bir ahlak anlayışı, nasıl bir dünya?
Anadolu’da bizler büyürken büyüklerimiz hep şunu öğretirdi: “İnsana, hayvana, hatta eşyaya bile zarar verme, her canlının hakkı var.” Ama gel gelelim, toplum olarak bazen dış görünüşe göre karar veriyoruz. Kelebek güzel diye ona kıyamıyoruz, hamam böceği çirkin diye ezmekte sakınca görmüyoruz. Halbuki ahlak dediğimiz şey, bir cana zarar vermemek değil mi? Güzelliğe, çirkinliğe bakmaz ki ahlak! Bizim köyde bir amca vardı, rahmetli, derdi ki: “Oğlum, bir karıncayı bile incitme, onun da canı var, onun da hakkı var.” Bu sözler, bize her canlının eşit olduğunu öğretirdi. Ama şimdi bakıyorum, şehirde de köyde de bu anlayış değişmiş. Güzelliğe göre ahlak biçiyoruz.
Mesela, birini yargılarken de böyle yapmıyor muyuz? Giyimi kuşamı düzgün, eli yüzü temiz birine “Bu adam iyidir” diyoruz. Ama üstü başı kirli, fakir birini görünce hemen ön yargıyla yaklaşıyoruz. Halbuki o fakir adam, belki en dürüst, en ahlaklı insan. Toplum olarak bu dış görünüşe göre yargılama huyumuz, ahlak anlayışımızı da bozuyor. Kelebekle hamam böceği arasında fark koymak gibi, insanlara da öyle yapıyoruz.
Bence ahlak, bizim Anadolu’da öğrendiğimiz gibi olmalı: Her canlıya, her insana eşit davranmak. Ne güzelliğe bakmalı ne de çirkinliğe. Kelebeği de hamam böceğini de öldürmek yanlışsa, ikisine de aynı vicdanı göstermeli. İnsanları da dış görünüşüne göre değil, kalbine, ahlakına göre değerlendirmeli. Yoksa tilkiden din öğrenenler gibi, yanlış yolda gideriz, yanlış işleri doğru sanırız.