Sandığın Krizi: Mühür Bizden, Yetki Başkasından

Ne güzel bir ülkeyiz biz… Sandığa gidiyoruz, oyumuzu veriyoruz, sabahın köründe sıraya giriyoruz. Sonra ne oluyor? “Teşekkürler, oylarınızı aldık, ama karar bizde” deniyor. Hani şu düğünlerde garsona sipariş verirsiniz de, o size “o yemek bitti, biz size başka bir şey getirelim” der ya… İşte öyle bir demokrasi deneyimi yaşıyoruz.

Seçtiğimiz belediye başkanları bir sabah kalkıyoruz ki yok! Yerine kayyum atanmış. Sebep? “Gerekli görüldü.” Kim gördü, nasıl gördü, niye gördü, orası biraz flu… Bizim gözümüzün önünde değil yani. Ama emin olun, onlar çok iyi görüyor(!).

Halk kimi seçmiş, kimi tercih etmiş, aslında pek önemi yok. Önemli olan, “kimin uygun bulunduğu.” Demokrasiyi biraz fazla ciddiye almışız galiba… Meğer sandık, sadece vatandaşın stres atma kutusuymuş: “Git oy ver, rahatla. Ama sonucu biz belirleyeceğiz.”

Şimdi soruyorum: Eğer seçilmişleri görevden almak bu kadar kolaysa, neden seçim için bu kadar masraf yapıyoruz? Pul, mühür, pusula, oy kabini, sandık görevlisi… Yazık değil mi? Bari baştan atayın olsun bitsin. Hem halk da boşuna umutlanıp üzülmesin.

Adaletin adı var, tadı yok. Hukukun kuralı var, ama uygulaması yok. Bir ülkede vatandaş, “benim verdiğim oy bir sabah kararnameyle çöpe gidebilir” diye düşünüyorsa, orada demokrasi sadece sözlüklerde yaşıyor demektir.

Son söz: Sandık dediğimiz şey, halkın iradesini yansıtan kutsal bir kutu olmaktan çıkıp, devletin hoşuna gitmeyen sonuçları çöpe atan bir geri dönüşüm kutusuna dönüştüyse, vay halimize!