Ofis koridorlarında yankılanan kahkahaların ardında çoğu zaman görünmeyen bir sessizlik vardır. O sessizlik, baskının, dışlanmanın ve haksız eleştirilerin yarattığı sessizliktir. Adına “mobbing” diyoruz. Ama aslında, bir insanın iş yerinde sistematik olarak yıpratılması, yalnız bırakılması ve değersiz hissettirilmesidir.
Çalışan mutsuzluğu sadece bireysel bir sorun değildir; zincirleme etkisi tüm kurumu sarar. Bir kişi huzursuzsa, üretkenlik düşer. Üretkenlik düşünce, kalite geriler. Kalite geriledikçe müşteri memnuniyetsizliği artar. Sonuçta kaybeden sadece çalışan değil, işveren de olur.
Mobbingin en tehlikeli yanı, çoğu zaman görünmez olmasıdır. Kimse açık açık “ben sana mobbing yapıyorum” demez. Bunun yerine küçük iğnelemeler, yok saymalar, sürekli eleştiriler ya da imkânsız hedefler koymalarla karşımıza çıkar. Bir süre sonra çalışanın enerjisi tükenir, aidiyet duygusu kırılır, sabah işe gitmek kabusa dönüşür.
Oysa iş yerleri, insanların yaratıcılığını ortaya koyacağı, değer göreceği ve üretmekten gurur duyacağı alanlar olmalıdır. İnsan, sadece maaş için çalışmaz; takdir görmek, fark edilmek ve saygı görmek ister. İşte bu noktada yöneticilerin sorumluluğu büyüktür. Çalışanına değer veren, onu dinleyen ve destekleyen liderler, sadece iş verimini değil, insan ilişkilerini de güçlendirir.
Unutmayalım: Mutlu çalışan güçlü şirkettir. Mobbingin gölgesinde bırakılan her birey, aslında ülkenin üretim gücünden de eksilmektedir. Sessiz çığlıkları duymak, işverenin değil, hepimizin görevi olmalı.