Filistin’de yaşanan acı, artık yalnızca bir ülkenin değil, bütün insanlığın vicdanını kanatıyor. Her gün televizyon ekranlarına düşen görüntülerde, yıkılmış evler, paramparça olmuş hayatlar, hastane koridorlarında nefes almak için çırpınan çocuklar… Bu kareler, tarihin en karanlık sayfalarına çoktan kazındı.
Adına “çatışma” diyenler var, “savaş” diyenler de. Oysa olan biteni en doğru anlatan kelime soykırım. Çünkü burada iki eşit taraf yok. Bir yanda gökyüzünden yağan bombalar, diğer yanda sığınacak bir köşe arayan masum siviller var.
Peki, dünya?
Dünya devletleri, insan haklarından bahsederken dillerinden düşürmedikleri kavramları Filistin’e gelince unutuyor. Demokrasiye, özgürlüğe, insan yaşamının kutsallığına methiyeler düzen başkentler, söz konusu Filistin olunca sessizliğe gömülüyor. Daha kötüsü, kimi zaman sessizliği aşarak bu zulme siyasi ya da askeri destek bile veriyor.
Uluslararası örgütler, ardı ardına “endişeliyiz” açıklamaları yapıyor. Ne yazık ki “endişe” ne bir çocuğun açlığını gideriyor, ne de bir annenin gözyaşını dindiriyor. Endişe, göçük altında kalan bedenleri yeniden hayata döndürmüyor.
Bugün dünyanın sokaklarında milyonlarca insan sesini yükseltiyor. Meydanlarda haykırılan o tek kelime, aslında insanlığın imtihanıdır: Adalet!
Fakat devletler, çıkar hesaplarının ağır perdeleri ardında, bu haykırışı duymamayı tercih ediyor.
Filistin, bize sadece oradaki bir halkın dramını değil, aynı zamanda dünyanın ikiyüzlülüğünü de gösteriyor. Eğer bu sessizlik sürerse, tarih bir gün bugünün liderlerini, “gördüler, bildiler ama sustular” diye yazacak.
O yüzden bu çağrı yalnızca Filistin için değil; insanlığın onuru için. Çünkü bugün Filistin’de sustuğumuzda, yarın kendi vicdanımızın çığlıkları arasında kaybolacağız.