Yıllardır özlemini kurduğumuz Süper Lig hasretine sayılı günler kaldı.

Ancak bu lige dönüş, herkes için gurur olduğu kadar, omuzlara da bir yük bindirdi.

Yönetim eleştirilebilir elbette. Sezon öncesi yapılan bazı hamleler tartışılır. Ama şuan da bardağın dolu tarafının görülmesi kanaatindeyim.

Yıllar sonra Süper Lig’e çıkan bir takım için yaz döneminde taşın altına eller sokuldu.

Sorun şu ki, taşın kendisi biraz büyük, biraz da keskin...

********************************************

Futbolda fikstür şansı diye bir olay vardır.

Başta zayıf rakiplerle oynar, birkaç galibiyet alırsın, moral depolarsın. Arkana rüzgârı alırsın, sonra büyük maçlara daha dik çıkarsın.

Bizim için bu hikâye tam tersinden yazılmış. Fikstür adeta mayın tarlası. 

Selçuk Hoca daha ilk düdükle beraber yokuş yukarı koşmaya başlayacak.

İlk üç hafta: Trabzonspor deplasmanı, Samsunspor iç saha, Fenerbahçe deplasmanı.

Sonra? Beşiktaş deplasmanı da cabası.

********************************************

İlk üç haftada üç mağlubiyet senaryosu kulislerde çatırtılara yol açar. 

O meşhur “bardağın dolu tarafı” bir anda buharlaşır. Kim ne demiş, kim neye kızmış, kim aslında ne istiyormuş… Hepsi raftan iner. 

Bardağın dolu tarafı değil, çatlayan camın kırık köşeleri konuşulur.

İşte bu yüzden Selçuk Hoca'nın yükü sadece taktik değil; psikolojik, sosyolojik, hatta politik.

Yani…

Bu sadece bir sezon değil, ince ipte yürüyen bir cambazın hikâyesi.

Cambaz bizim, ip bizim, seyirci biziz.

Düşürmeyelim, hiçbirimizi.