Tüm Dünya Toplumları için Herbirimiz için, Sosyolojik Bir Yorum yapalım.

Toplumların siyasi hafızası çoğu zaman seçici çalışır. Halk, söyleneni duyar ama duyduğunu belleğinde tutmaz; gördüğünü görmezden gelir, hissettiğini bastırır. Buna “kolektif unutkanlık” diyor sosyologlar. Halk, kendi eliyle tutmadığı gerçeğe yabancılaşır. Böyle zamanlarda hakikatin yerini algı alır; bilgi değil izlenim önem kazanır.

Ve işte tam burada devreye girer Nasreddin Hoca’nın kazan hikâyesi:

Kazan doğurdu denince ses çıkarmazsın; hatta sevinirsin. Ama öldüğünü duyunca öfkelenirsin. Neden? Çünkü ilk başta işine gelen yalana gönüllü ortak olmuşsundur. Ve insan, kendi rızasıyla inandığı şeye sonradan itiraz etmekte zorlanır.

Bu toplumsal çelişkiyi anlamak için birkaç temel noktaya bakmak gerekir.

 Gerçeklik, Tekrarla Yerini Algıya Bırakır

Bir söz yeterince sık tekrar edilirse, halk onu doğru kabul etmeye başlar. Sosyal psikolojide bu, “maruz kalma etkisi” (mere exposure effect) olarak geçer. Ne söylendiği değil, ne kadar tekrarlandığı önemlidir. Böylece kazan her gün doğurur, doğurur, doğurur. Ama bir gün ölünce halk şaşırır: Çünkü sürekli doğurmasına alışılmıştır.

Toplumlar Kolay Unutur, Zor Karar Verir

“Balık hafızalı toplum” sözü tesadüf değildir. Toplumlar birey gibi düşünmez, anı değil izlenimi saklar. Bu yüzden dün alkışladığıyla bugün kavga eder ama neden alkışladığını hatırlamaz. “Ne ekersen, onu biçersin.” Ama bazen o ektiğini kimin ektiğini bile unutmuştur.

 İnanç, Akıldan Önce Gelir

Birçok insan, bir şeye inanmak için kanıt aramaz; inanmak istediği şeye kanıt uydurur. Burada halk, karar verirken rasyonel değil, duygusaldır. “Gönül kimi severse güzel odur.” Gerçek acıysa, halk o gerçeği değil, tatlı bir yalanı tercih eder.

Kazan Hikâyesi, Algı İktidarının Simgesidir

Nasreddin Hoca’nın fıkrası basit görünse de aslında şunu anlatır:

Toplum, mantık ilkeleriyle değil, çıkar, umut ve korku dengesiyle hareket eder. Kazanın doğurduğuna ses çıkarmaz çünkü kazanç vardır; ama öldüğünü kabul etmek kayıptır, sorumluluk gerektirir.

 

Oysa “Kendi düşen ağlamaz.”

Gerçeğe göz yuman, bir gün onun tokadını yer. Ama nedense, yine de göz yumulur, yine inanılır, yine umut edilir. Ve umut her seferinde yeni bir doğumun habercisi sanılır.

Toplumlar bazen, kazanın doğmasına da ölmesine de sessiz kalır. Çünkü ses çıkarmak, taraf olmaktır. Ama taraf olmamak, çoğu zaman yanlışın sürmesine razı gelmektir.

 

“İnandığın şeyin içinde kalırsın; sorguladığın şeyin dışına çıkarsın.”

Bugün geldiğimiz noktada, sorgulamak artık lüks değil, zorunluluktur.

Yoksa bir gün kazan değil, koca bir toplum kaynar; farkına varan olmaz.