Son yıllarda sosyal medya akışlarımız, reklam panoları ve popüler kültür, bize sürekli olarak "ideal beden" tarifi sunuyor. Sanki mutluluk, başarı ve kabul görmenin yolu, o kusursuz (!) ölçülere sahip olmaktan geçiyormuş gibi.Diyetisyen olarak, bu dayatmanın yarattığı baskıyı ve bunun bireylerin kendi bedeniyle kurduğu ilişkiye ve beslenme alışkanlıklarına verdiği zararı yakından gözlemliyorum.

Ne yazık ki, bu sürekli kıyaslama ve memnuniyetsizlik hali, kişiyi sadece mutsuz etmekle kalmıyor; sağlıklı beslenme sınırlarını aşan, ciddi ruh sağlığı sorunları olan yeme bozukluklarına ve bozulmuş beden algısına giden yolu da açıyor.

Beden Algısı Nasıl Bozulur?

Beden algısı, bireyin kendi bedenine ilişkin düşüncelerinin, duygularının ve tutumlarının bütünüdür. Sadece tartıdaki sayıdan ya da aynadaki görüntüden ibaret değildir; çocuklukta aileden gelen mesajlar, ergenlikte arkadaş çevresiyle yapılan kıyaslamalar, yetişkinlikte ise medya ve sosyal ağlarda maruz kalınan “ideal beden” imajlarıyla şekillenir.

Modern dünyada, özellikle sosyal medyanın hayatımıza bu kadar entegre olduğu bir dönemde, “güzel” ya da “fit” olmanın tek bir kalıba indirgenmesi, bireylerde beden memnuniyetsizliğini tetikler. Araştırmalar, özellikle genç kadınların yüzde 80’inden fazlasının bedenlerinden memnun olmadığını gösteriyor. Ancak bu durum yalnızca kadınlarla sınırlı değil; erkeklerde de kaslı, atletik görünüm baskısı giderek artıyor.

Yeme bozukluklarının merkezinde de çoğu zaman bozulmuş beden algısı yatar. Bu bakış açısı besinlerle olan ilişkimizi de fazlasıyla zedeler. Beden algısı bozulduğunda, kişi gerçekçi olmayan bir mercekle kendine bakar. Bireyde derin bir memnuniyetsizlik yaratır ve kişiyi sürekli olarak kilo vermeye, yiyecek kısıtlamaya veya telafi edici davranışlara (aşırı egzersiz, kusma, müshil kullanma) itebilir.

Beden Algısının Yeme Davranışına Etkisi

Beden algısındaki bozulma, çoğu zaman yeme davranışlarını da doğrudan etkiliyor. Yeme bozuklukları, kişinin bedenini nasıl algıladığıyla, bu algının gerçeklikten ne kadar uzaklaştığıyla yakından ilişkilidir.

• Anoreksiya nervoza yaşayan birey, bedeninin çok zayıf olmasına rağmen aynada hâlâ “kilolu” birini görebilir. Bu çarpık algı, kişinin kendini aç bırakmasına, ciddi kilo kaybına ve hatta hayati risklere yol açabilir.

• Bulimiya nervozada ise kişi, kısa sürede büyük miktarda besin tüketir ve ardından yoğun suçluluk duygusuyla kendini kusturma ya da aşırı egzersiz yapma davranışına başvurur.

• Tıkınırcasına yeme bozukluğu, fiziksel açlık hissi olmadan, genellikle duygusal stres, yalnızlık veya öfke anlarında ortaya çıkan kontrolsüz yeme ataklarıyla kendini gösterir.

Bu bozuklukların temelinde sadece “irade zayıflığı” değil, duygusal regülasyon güçlüğü ve bedenle kurulan olumsuz ilişki yer alır. Yani sorun çoğu zaman “ne yediğimizde” değil, “neden yediğimizde” gizlidir.

Bu süreçte göz ardı edilmemesi gereken bir diğer kritik faktör de duygusal açlıktır. Yeme bozukluklarında yiyecek, sadece fiziksel bir ihtiyaç olmaktan çıkar; kaygı, yalnızlık, üzüntü, öfke veya düşük benlik saygısı gibi baş edilmesi zor duygularla mücadele etme aracı haline gelir. 'Duygusal yeme' olarak adlandırdığımız bu durumda, kişi fiziksel olarak aç olmasa bile, duygusal boşluğu doldurmak veya olumsuz bir hissi bastırmak için yemeye yönelir. Ancak yenen şey, duygusal ihtiyacı karşılamadığı için, birey hızla suçluluk ve pişmanlık duyar. Bu durum, hem sağlıksız bir yeme davranışı kalıbı oluşturur hem de kişinin asıl duygusal sorunla yüzleşmesini engellediği için bozulmuş beden algısını ve mutsuzluğu derinleştirir.

Diyet Kültürü ve Yeme Bozuklukları Arasındaki İnce Çizgi

Diyet kültürü, "iyi yiyecekler" ve "kötü yiyecekler" etiketiyle yemek yemeyi bir meseleye dönüştürür. Sürekli kısıtlama, yasaklar ve katı kurallar; kişiyi açlık-tokluk sinyallerinden uzaklaştırır ve yiyecekle kurulan ilişkiyi büyük ölçüde zedeler.

Özellikle genetik ve psikolojik yatkınlığı olan bireylerde bu kısıtlayıcı diyetler, bir süre sonra yeme ataklarını tetikleyebilir ve ardından gelen suçluluk duygusuyla kısır bir döngü başlatarak yeme bozukluğuna zemin hazırlayabilir. Kısıtlama arttıkça, bedenin ve zihnin 'yasak' yiyeceklere duyduğu arzu dayanılmaz bir seviyeye ulaşır. Bu durum, bireyin kısa bir zaman diliminde büyük miktarda yiyeceği, çoğu zaman fiziksel açlık hissetmeksizin tükettiği kontrol kaybı anları olan yeme ataklarını tetikler. Atak sırasında hissedilen geçici rahatlama, yerini hızla derin bir suçluluk, utanç ve kendinden tiksinme duygusuna bırakır. Bu olumsuz duygular ise, bedeni 'düzeltme' çabasıyla daha da katı diyetlere veya telafi edici davranışlara (kusma, aşırı egzersiz) iter. Böylece birey, bedenini kontrol etme çabasıyla yola çıkarken, kendini yeme bozukluğunun kontrol kaybı ve suçluluk dolu döngüsünün tam ortasında bulur. Oysa sağlıklı beslenme düzeni kısıtlamalarda değil, denge, çeşitlilik ve bedenin sinyallerini dinlemekle gerçekleşir.

Bedenle ve Besinlerle Sağlıklı Bir İlişki Nasıl İnşa Edilir?

Beden algısını düzeltmenin en güçlü yolu, “mükemmeliyet” arayışından uzaklaşıp “gerçeklik” ile barışmaktır. Yeme bozuklukları, duygusal yeme atakları ve bozulmuş beden algısı ile mücadele eden bireylerin öncelikle profesyonel ve multidisipliner bir yardım alması (Psikiyatrist, Psikolog ve Diyetisyen işbirliği) hayati önem taşır.Bu noktada dikkatimizi yoğunlaştırmamız gereken bazı noktalar var:

• Bedeninizi bir bütün olarak görün. Onu yalnızca estetik bir obje olarak değil, seni taşıyan, yaşatan bir varlık olarak düşünün.

• Yeme davranışını suçlulukla değil, farkındalıkla yönetin. Ne yediğini değil, neden yediğini anlamaya çalış. Gerçekten aç mısınız yoksa stres, kaygı veya can sıkıntısı mı sizi yemeğe itiyor? Bu farkındalığı geliştirmek, yemeği duygusal bir kaçış aracı olarak kullanmayı bırakmanın ilk adımıdır.

• Sosyal medyada kıyaslamayı bırakın. Her bedenin genetik yapısı, yaşam tarzı ve hikayesi farklıdır. Size kendinizi kötü hissettiren, gerçek dışı standartlar dayatan hesapları takibi bırakın. Kendi beden tipinizi kabullenmenize yardımcı olan ve sağlık üzerine odaklanan içerikleri takip etmeye özen gösterin. Gördüğünüz her şeyin arkasında filtreler ve ışık oyunları olduğuna emin olabilirsiniz.

• Gerekirse profesyonel destek alın. Eğer yiyecek ve bedenle ilişkiniz hayatınızı kontrol altına alıyorsa, sosyal yaşamınızı kısıtlıyorsa, bir uzmandan (Diyetisyen, Psikolog/ Psikiyatrist) destek almak hayati önem taşır.

• Odağınızı Değiştirin: Vücudun görünüşünden çok, işlevine odaklanın. Bedeninizin size sunduğu hareket yeteneği, enerji ve sağlığa değer verin. Bedeninizi sadece aynadaki yansımasından ibaret görmekten vazgeçin. Ona bir "araç" değil, size hizmet eden bir "yoldaş" olarak değer verin.

• Kendinize Şefkatli Olun: Yediğiniz bir yiyecekten dolayı kendinizi yargılamak veya cezalandırmak yerine, hata yapma hakkınızın olduğunu kabul edin. Beslenme, %100 mükemmel olmak zorunda değildir. Nazik ve esnek bir yaklaşım, uzun vadede sürdürülebilir bir beslenme düzenini getirir.

Bedenimiz, kimliğimizin bir parçası ama tamamı değil.

Aynada gördüğümüz görüntü ne olursa olsun, o yansımaya değer katan şey kendimizle kurduğumuz ilişkidir.

Gerçek özgürlük, “nasıl görünmemiz gerektiği” üzerine kurulu kalıplardan sıyrılıp “kendimizi nasıl hissettiğimizi” merkeze aldığımızda başlar.

Gerçek sağlık, ne terazideki bir sayı ne de dar bir kıyafetin içine sığabilmektir. Gerçek sağlık, hem fiziksel hem de zihinsel iyilik halini kapsar.

Diyetisyen Ece ALTINTAŞ

İLETİŞİME GEÇMEK İÇİN TIKLAYIN!