Her sabah biraz daha eksilmiş uyanıyoruz, güne. Bir ses eksiliyor, bir söz eksiliyor, bir yürek, bir umut daha çekiliyor hayatlarımızdan.
Sesiyle hepimizi uzak diyarlara alıp götüren Volkan Konak artık türkü söylemiyor; onun sesinde sadece Karadeniz değil, bir halkın vicdanı da sustu.
Peki ya Sırrı Süreyya Önder? Kelimeleriyle adeta duvar yıkan bir insandı; ne kadar incitilse de kin tutmazdı, kalemiyle bile merhamet taşırdı.
Ferdi Zeyrek, siyasetin yıpratıcı diliyle değil, sahada teriyle, mücadelesiyle tanınan bir isimdi.
Ekrem İmamoğlu, mahkeme salonlarında değil, halkın kalbinde yürümeyi seçmişti ama şimdi o yürüyüş yargının dikenli yollarına saplanmış durumda.
Ve Özgür Özel… Sessiz bir mezarın başında, tahtaları dizen bir lider değil yalnızca; belki de vicdanın son nöbetçisi.
Ama işte diğer yanda, tam karşıda…
Dün “vatan haini” dediğine bugün “kardeşim” diyenler…
Dün küfrettiklerinin şimdi elini öpenler…
Dün karaladıklarıyla bugün sarmaş dolaş poz verenler…

***

Ne yazık ki son dönemlerde siyaset, fikirlerin çarpıştığı bir alan olmaktan çıktı; kişiliksizliğin, tutarsızlığın, oportünizmin mezarlığına dönüştü.
Artık ne ilkeler konuşuluyor ne değerler. Sadece çıkarlar var, sadece konumlar, sadece makamlara göre değişen cümleler.
Siyaset böyle de...
Toplumun hali çok mu farklı? Tabii ki değil. Çünkü bu siyaseti isteyen büyük bir kesim var. Artık herkes bir diğerine siyasi kimliğiyle bakıyor.
Benden isen sorun yok. Ama karşı yakadaysan, dünyanın en iyi insanı da olsan, kabul görmezsin.
Yani herkesin hedefinde bir “öteki” var.
Nezaket bir lüks oldu, empati zayıflık sayılıyor.
Güçlü olanın haklı, zayıf olanın ezilmesi gereken biri olarak görüldüğü bu sistemde; herkes bağırıyor ama kimse duymuyor.
Yalan, iftira, karalama… Bunlar artık sadece yöntem değil, birer norm haline geldi.
Siyaset savaş alanına döndü, insanlık ise enkaz altında.

***

Ve bu karmaşa, bu çürüme içinde yaşanan ölümler daha da ağırlaşıyor.
Bir tabutun başında ağlamak bile taraf sayılıyor.
Bir liderin mezar tahtası dizmesi bile siyasi malzeme yapılıyor.
Oysa tüm bu acılar bize bir şey anlatmalıydı.
Ama anlatamıyor.
Çünkü artık kimse duymak istemiyor.
Ve evet, sorulması gereken soru tam da burada:
Bunca kayıptan sonra biz hâlâ neden aynı hataları tekrarlıyoruz?
Neden hâlâ hakikati değil, kazanmayı önemsiyoruz?
Neden insan kalmayı değil, üstün gelmeyi seçiyoruz?
Son zamanlarda bu soruları kendime çok soruyorum ama ne yazık ki doğru dürüst bir cevap alamıyorum.
Eminim, birçok kişi de benim gibidir. Ve üzülüyordur.

***

Oysa bizim güzel dinimiz, ölünün arkasından asla kötü konuşulmaması gerektiğini söylüyor.
Peki gerçekte öyle mi?
Tarzıyla siyaset üstü bir insan olduğunu gösteren Ferdi Zeyrek'in ani ve üzücü ölümünün ardından yaşananlara bakın, ne dediğimi anlayacaksınız.
Aynı şeyi Volkan Konak için de yapmadılar mı?
Sırrı Süreyya Önder gibi dünya tatlısı bir insanı bile ölümünden sonra eleştirenler, hakkında iftiralar atanlar olmadı mı?
İşte demek istediğim tam da bu...
Yani biz anlıyoruz da bazı kendini bilmezler bir türlü anlamıyorlar

***

Bu yazı bir ağıt değil;
bir iç muhasebe, bir çırpınış, belki de son bir çağrıdır:
İnsanlığımızı daha ne kadar erteleyeceğiz?
Yoksa bir gün, hep birlikte gömeceğiz onu…
Ne bir mezar taşı olacak başında, ne de tahtaları dizecek bir Özgür Özel kalacak ardında...
Benden söylemesi...