Kandıra, doğası, sahilleri ve İstanbul’a yakınlığıyla son dönemin gözde yatırım alanlarından biri. İstanbul’un yorucu temposundan kaçmak isteyenler için hem tatil hem yatırım imkânı sunuyor. Ancak burada dikkat çeken bir başka unsur daha var: Hızlı “al-sat” hareketliliği.

Bu hızlı sirkülasyonun ardında yatan sebep, Kandıra’nın henüz tam anlamıyla imara açılmamış, fakat gelecekte açılacağı düşünülen bölgelerinde yaşanan beklenti. Arsa alıp kısa sürede prim yapmasını bekleyen küçük yatırımcılar, bu piyasayı canlı tutuyor. Yani burada da karşımıza benzer bir soru çıkıyor: Arsa, bir yerleşim hayali mi, yoksa bir rant stratejisi mi?

İzmit ve Kocaeli Genelinde Tehlike Çanları

İzmit merkez ve çevresinde ise başka bir gerçeklik yaşanıyor. Konut fiyatları astronomik şekilde artarken, yeni nesil ya ev sahibi olamıyor ya da merkezin dışına itiliyor. Bu durum hem sosyolojik ayrışmalara hem de şehrin dengesiz büyümesine yol açıyor. Trafik, altyapı, sosyal alanlar gibi unsurlar bu plansız büyümeye ayak uyduramıyor.

Gelecekte bizi bekleyen en büyük tehlike, bu dengesizliğin derinleşmesi. Konutların barınma amacı dışında birer kazanç aracına dönüşmesi, şehirlerin yaşanabilirliğini tehlikeye atıyor. Aynı zamanda, ekonomik kırılganlığı da artırıyor. Çünkü herhangi bir ekonomik dalgalanmada, gayrimenkul piyasasında oluşabilecek bir çöküş, zincirleme etki yaratabilir.

Sonuç Yerine: Yeni Bir Anlayışa İhtiyacımız Var

Artık hem bireysel hem kamusal düzeyde şu soruları sormamız gerekiyor: Konut bizim için ne ifade ediyor? Bir yaşam alanı mı, bir kazanç kapısı mı? Şehirlerimizi nasıl büyütmek istiyoruz? Yatırım yaparken sadece getiriye mi bakıyoruz, yoksa toplumsal etkilerini de düşünüyor muyuz? 

Kandıra örneği bize şunu gösteriyor: Henüz geç değil. Doğru planlama, adil bir şehirleşme politikası ve rant yerine yaşamı önceleyen bir yaklaşım, bize sadece daha zengin değil, daha huzurlu bir gelecek de sunabilir.

Türkiye ekonomisi uzun yıllardır “inşa ederek büyüme” modeline dayanıyor. Betonla, demirle, tuğlayla ölçülen bir kalkınma anlayışı… Bu modelin getirdiği en belirgin sonuçlardan biri, gayrimenkulün yalnızca barınma değil, aynı zamanda yatırım aracı olarak görülmesi. Ancak artık kritik bir dönemece giriyoruz: Konut gerçekten bir barınma ihtiyacını mı karşılıyor, yoksa rant odaklı bir ticari enstrümana mı dönüşüyor?

Z kuşağı bu meseleye farklı bir yerden bakıyor. Mülkiyet yerine erişilebilirliği önemsiyor, borçlanarak ev sahibi olmaya sıcak bakmıyor. Onlar için özgürlük, sahip olmak değil; istediği an taşınabilmek. Bu yaklaşım, konut piyasasının geleceğini temelden sarsabilecek bir zihniyet değişikliği.

Bugün “konut krizi” olarak konuşulan şeyin ne kadarı barınmaya, ne kadarı yatırıma dair? Artan fiyatlar, düşen alım gücü ve hızla yükselen kira bedelleri, artık dar gelirli vatandaş için konutu ulaşılamaz kılıyor. Ancak bir yandan hâlâ konuta yatırım yapma çabası sürüyor. Bu çelişki, aslında krizin özünü oluşturuyor: Bir taraf barınamıyor, diğer taraf kazanmak için alıyor. 

Peki güvenli yatırım gerçekten konut mu? Yoksa daha geniş perspektifle bakıldığında tarla ya da arsa mı? Bu sorunun yanıtı bölgeye ve zamana göre değişse de, son yıllarda dikkat çeken bir yönelim var: Arsa yatırımı. Özellikle İstanbul’a yakın, gelişme potansiyeli olan bölgelerde bu ilgi hızla artıyor. Kocaeli’nin Kandıra ilçesi bu anlamda çarpıcı bir örnek.