30 Haziran’da açıklanması beklenen mahkeme kararı, sadece bir yargı süreci değil; aynı zamanda Türkiye’de siyasetin nasıl şekillendirilmeye çalışıldığının da açık bir göstergesi olacak. Eğer “mutlak butlan” kararı çıkarsa, Kemal Kılıçdaroğlu mahkeme eliyle CHP Genel Başkanlığı’na geri dönecek. Bu, CHP tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir siyasi mühendisliğe işaret ederken, halkın ve partililerin iradesinin hiçe sayılmasının da önünü açacaktır.
Kılıçdaroğlu bu süreç boyunca kamuoyuna açık, şeffaf bir duruş sergilemekten özellikle kaçındı. Ne tabana konuştu ne de seçmene güven verdi. Sinsi ve muğlak bir siyasetle perde arkasında kurulan yargı oyununu izledi, hatta şekillendirdi. Ancak son günlerde yaptığı bazı ziyaretlerde Mansur Yavaş, Engin Özkoç ve Vahap Seçer’le görüşmelerinde artık gerçek niyetini gizleme gereği bile duymadı.
Kılıçdaroğlu, iktidarın mahkeme üzerinden CHP’yi ele geçirmesi durumunda, bu düzeneğin bir parçası olarak geri döneceğini adeta itiraf etti. Bu, doğrudan şunu söylemekle eşdeğerdir: “Ben, halkın değil, iktidarın görevlendirdiği bir bekçiyim.” O halde söyleyelim: Eğer bu senaryo gerçekleşirse, Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlık makamı CHP Genel Merkezi değil, AK Parti Genel Merkezi olmalıdır. Zira bu dönüş, halk iradesine değil, saray vesayetine dayalı bir geri getiriliştir.
Dahası, Kılıçdaroğlu bugün kayyum ihtimalini öne sürerek örgütü ve seçmeni korkutmaya çalışıyor. Oysa herkes biliyor ki, atanacak bir kayyum yine CHP’li bir isim olacaktır. Ölümü gösterip sıtmaya razı ettirmeye çalışıyor; ancak partinin geleceği açısından kayyumdan bile tehlikeli olan asıl isim kendisidir. “Sırtımdan hançerlediler” diyerek suçladığı yol arkadaşlarına karşı şimdi, yargı gücünü arkasına alarak siyasi intikam peşindedir.
Yıllarca seçimden seçime hezimete uğrattığı partiyi şimdi yeniden kontrol altına almak istiyor. Halkın kendisine artık yüzünü dönmediğini bildiği için mahkeme koridorlarından iktidarın desteğiyle geri dönmeye çalışıyor. Ve utanmadan, “Kayyum gelirse taban bana tepki gösterir” diyebiliyor.
Hayır, CHP kimsenin tapulu malı değildir. Ne Kılıçdaroğlu’nun ne başka bir kişinin. Partinin iradesi sandıkla belirlenir, sarayla ya da yargı kararlarıyla değil.
Üstelik Kılıçdaroğlu’nun son dönemde yıllarca CHP’yi karalayan, yalan haberlerle muhalefeti hedef alan televizyon kanallarında boy göstermesi de içinde bulunduğu siyasi tükenişin açık bir ilanıdır. Dün “algı operasyonları” dediği ekranlarda, bugün kendi lehine muhalefeti tartıştırmaya çalışmak, çaresizliğin değilse bile samimiyetsizliğin kesin kanıtıdır.
Seçimle gidemeyince yargı yoluyla dönmeye çalışan bir genel başkan, halkın değil, iktidarın iradesini temsil eder. Bu bir yargı darbesidir. Ve bu darbenin sessizce geçmesine izin verilmeyecektir. Toplumsal muhalefet bu girişime kayıtsız kalmaz. 19 Mart’ta parti içi iradeye yönelen baskıya karşı gösterilen direnç, bu kez çok daha güçlü ve örgütlü şekilde Kılıçdaroğlu’nun karşısında konumlanacaktır.
Çünkü mesele artık bir kişinin koltuğa geri dönmesi değil, CHP’nin, halkın ve örgütün iradesine sahip çıkma meselesidir.