Ne güzel başlamış aslında… “Objektif gazeteciyseniz yazın!”
Ne kadar sade, ne kadar iddialı, ne kadar… ironik bir çağrı! Çünkü günümüzde “objektif” olmak, neredeyse “üç harfli varlıklara inanan” kadar nadir bir meziyet haline geldi.

Ama gelin görün ki, bu tür çağrılar genellikle şu çelişkiyle biter: Objektif ol ama benim istediğim şekilde ol.
Yani, “Gerçekleri yaz, ama benim hoşuma gidecek sırayla.”

Sözcü Gazetesi’ne yöneltilen “İBB’yi, ABB’yi neden yazmıyorsunuz?” serzenişi de bu tatlı ironinin tam göbeğinde duruyor.
Gazetecilik ilkelerinin başında “doğruluk, denge ve tarafsızlık” gelir, evet. Ancak bu ilkeler, gazetecinin her haberi aynı anda, aynı tonda ve aynı kelimeyle yazmasını zorunlu kılmaz.
Yoksa haber merkezleri “eşitlik terazisi”ne dönüp her haberin yanına “ama öbürleri de yapıyor” dipnotu eklemekle meşgul olurdu.

Bir gazeteciye “şunu da yaz, bunu da yaz” diye emir vermek, biraz da “şair ol ama yalnız aşk şiiri yazma, arada vergi reformunu da işle” demek gibi.
Gazetecilikte haber seçimi bir tercihtir, propaganda değilse tabii.

Ve evet, o “komik başlık” eleştirisi…
Gazetecilikte başlık atmak bir sanattır, çünkü başlık hem dikkat çeker hem de çarpıtır — iyi yazılmışsa her ikisini aynı anda başarır.
Ama burada sorun başlıktan çok, “benim tarafımın başlığı neden yok?” serzenişinde.
Tarafsızlık, herkesin hoşuna giden bir haber dengesi değildir; herkesin biraz rahatsız olduğu bir hakikat iklimidir.

“Belgeleri attım size, hadi yazın!” cümlesi de tam bir şaheser.
Bir gazeteciye belge atmakla, ona haber dayatmak arasında bazen sadece bir “pdf uzantısı” kadar fark vardır.
Oysa gazeteci belgeleri alır, doğrular, çapraz kontrol eder, editoryal süzgeçten geçirir isterse yazar, isterse yazmaz.
Yazmadığında da “yandaş” olmaz; bazen sadece “mesleki temkinli” olur.

Cesaret edip haberini yapamadığın bir belediyenin dosyasını başka bir gazeteye gönderiyorsan, o noktada gazetecilikten değil, meslek ahlakından söz etmek gerekir.

Son olarak, “Sizin eleştirdiğiniz medya grubundan ne farkınız var?” sorusu geliyor.
Aslında fark ortada: biri iktidara yakın, diğeri muhalefete; ama her iki taraf da kendini “halkın sesi” sanıyor.
Gerçek halkın sesi ise çoğu zaman arada, sessizce kaynıyor.

Kısacası;

Gazeteciliğin görevi kimseyi memnun etmek değil, kimseye yaranmamak da değil.

Ama eleştirinin görevi, önce aynaya bakmak.

Çünkü o aynada görülen şey, çoğu zaman “diğerleri” değil, “bizim kendi beklentilerimizdir.”

Cesaret edip haberini yapamadığın bir belediyenin başka bir gazeteye göndermekte meslekteki ilke ve çizgiyi sorgulamakta gerekir.