Bazen kelimeler yetersiz kalır… İçimizde biriken duyguları tarif etmekte zorlanırız ya da nereye koyacağımızı bilemeyiz. İşte tam da bu anlarda, sanat devreye girer. Sessiz ama güçlü bir dil olarak… Anlatamadığımızı anlatmak, sakladığımızı göstermek için.
Sanat terapisi çalışmalarında çocuklarda da yetişkinlerde de gözlemlediğim bir şey var: Herkesin içinde konuşmak isteyen bir benlik var ama bazen bu konuşma kelimelerle değil, renklerle, şekillerle, seslerle oluyor. Küçücük bir çocuğun eline fırça alıp “Burası benim korkum” demesi ya da bir yetişkinin kilden şekil yaparken sessizce gözlerinin dolması… İşte bu, sanatın kalbe dokunduğu yerdir.
Çocuklarla yaptığımız çalışmalarda onların iç dünyalarına açılan pencereleri görmek beni hâlâ heyecanlandırıyor. Oyuna dönüştürdüğümüz her sanat etkinliği, bir duygunun dışa vurumu, bir güven alanı oluyor. Yetişkinler ise, unuttukları kendilerini hatırlıyor, yavaşlıyor, nefes alıyor. Hızlı akan hayatın içinde durup bir şey üretmenin nasıl da iyi geldiğini fark ediyorlar.
Sanatın büyüsü burada: Yargılamıyor, sınır koymuyor, mükemmel olmayı beklemiyor. Olduğu gibi kabul ediyor. “Hadi anlat” demiyor, “Hadi yaşa” diyor. Ne çıkarsa çıksın, o sizin yolculuğunuzun bir parçası oluyor. Ve çoğu zaman o yolculukta iyileşme başlıyor…
Bu yazıyı okurken belki siz de içten içe bir şeyler üretme isteği duyuyorsunuzdur. O zaman küçük ama etkili bir öneri bırakayım size:
Sanat Terapisi Egzersizi: "Duygu Günlüğü Çizim Tekniği"
Bir kâğıt ve birkaç renkli kalem alın. Gözlerinizi kapatın ve gün içinde en çok hangi duygunun sizde baskın olduğunu düşünün. Öfke mi? Sevinç mi? Kaygı mı? Şimdi bu duyguyu bir şekil gibi düşünün. Rengi ne olurdu? Hangi çizgilerle anlatılırdı? Sert mi yumuşak mı?
Kâğıda serbestçe çizin. Hiçbir şeyi güzel yapmaya çalışmayın. Çizim bittikten sonra kendinize şu üç soruyu sorun:
Bu duyguyu neden bu şekilde ifade ettim?
Bana ne söylüyor olabilir?
Bu çizim bana nasıl hissettirdi?

Kimi zaman sadece bu küçük egzersiz bile, içimizde tıkanmış bir kanalın açılmasına yardımcı olabilir. Çünkü bazen gerçekten konuşmaktan fazlasını yapar sanat: Sustuklarımızı dillendirir.
Bazen içinizde biriken enerjiyi dışarı bırakmak istersiniz, belki bir ormanda sesinizin en üst tonuyla bağırmak, bunu bir dans figürü ile ya da enstrümanla sese dönüştürerek, bazen bir tabloya fırça darbeleri savurarak bazen dizelere dökerek yapabiliriz...
Sevgili Kuzey'in oğlu Volkan Konak (Ağaçlar gibi ayakta giden adam) vedası sonrası kendimi, hayatı sorguladığım, iç sesim dizelerim oldu...
Bir İz Bırakmalı
Bomboş geçiyor ömrümüz,
Arkamızdan belki birkaç dua edip gidecekler...
Kalacağız kara toprakta, yalnız, ıssız.
Kaç kişi bizi, en azından birkaç yıl daha, yâd edecek?
Nasıl bir isim bırakacağız ardımızda?
Yediğin, içtiğin, gezdiğin, gördüğün senin olsun...
Hayata değer katabildin mi?
Bir ses, bir nefes bırakabildin mi?
Haksızlıkla mücadele edebildin mi?
Kör, sağır, dilsiz rolü yaptıkların için aferin aldın mı?
O güzel insanlar o beyaz atlara binip giderken
Sen, vicdanınla yüzleşebilecek misin?
Ne güzel demiş ozan:
"Dünya bir pencereydi, her gelen baktı geçti..."
Ve yine ne güzel söylemiş şair:
"Dünya bir tarla idi, ekip biçip gidecektik."
Ne kadar değer verdik?
Bir çocuğun gözyaşına derman oldun mu hiç?
Yoksa sadece bakıp geçtin mi sessizce?
Bir cana umut, bir karanlığa ışık,
Bir çaresizliğe çare olabildin mi?
Bir annenin duasında adın geçti mi hiç?
Bir yetimin rüyasında gülümseyebildin mi?
Yaşarken iz bıraktın mı,
Yoksa gölgeler gibi mi geçtin bu hayattan?
İyilikle anılmak,
Bir gönülde yer etmekti asıl miras...
Mal mülk neydi ki?
Bir rüzgâr gibi savrulup gider ardımızdan.
Ve bir gün sıra bize geldiğinde,
O kara toprağa boyun eğdiğimizde,
Son nefeste, son bakışta
Kendimize şunu sorabilecek miyiz:
"İnsan kalabildim mi?"