Bir dönemin çocukları çok iyi bilir…

Annenin bakışı sertleşti mi terlik havalanmak üzeredir. “Uçan terlik” efsanesi bir neslin hafızasında sadece korkuyla değil; sınırla, otoriteyle ve en çok da ilgilenilmekle anılır. Çünkü o terlik, çocuğa “Ben buradayım, seni görüyorum.” mesajını verir; annenin orada olduğunu hatırlatırdı.

Artık ne terlik havalanıyor ne bakış keskinleşiyor. Peki, şimdi durup soralım: Uçan terliğin yerini ne aldı? Sessizlik mi? Ekranlar mı? Başını bile kaldırmadan “Tamam.” diyen anneler, omuz silkip kendi meşguliyetinin içinde kalan babalar mı?

Eskiden bir bakış yeterdi. Şimdi sesler yükseliyor, ama kimse duymuyor. Çünkü kimse kimseyle gerçekten bakışmıyor baksa da karşısındakini görmüyor.

Otorite çözüldü. Önce evin içinde, sonra okulda, en sonunda toplumda. Toplumda ilişkiler hızla yüzeyselleşti. İlişkilerde toksik bir bağlanma biçimi yayıldı:  İlgisizlikle cezalandırma, sabırsızlıktan doğan kopma, susarak var olma… Kalpler birbirinden uzaklaştıkça sesler de azaldı. Ve bu davranış sadece evin içinde kalmadı, sınırlarını zorlayıp sokaklara taştı.

Anne ve baba olmak, “arkadaş gibi olmakla” karıştırılıyor. Ebeveynler artık çocuklarının hayatında “yol gösteren” değil, çoğu zaman sadece “yanında duran” olmakla yetiniyor. Aile içindeki bağ zayıfladıkça çocuklar yönsüzleşiyor. Çocuğu mutlu etmek, ona sınır koymamak sanılıyor.

Oysa çocuklar, sınırla büyür; yönle, ilgiyle gelişir. Eskiden mahallede bir komşunun, “Annen görürse kızar!” demesi yeterdi. Bugünün çocukları birçok kez uyarılsa da uyarılar karşısında duyarsız kalıyorlar. Kelimeler arttıkça anlamlar azalıyor.

Her dönemde, çocuk yetiştirmenin başka bir dili konuşuldu. 1950’lerde çocuklar korku temelli itaatle büyüdü. 1980’lerde aile içinde otorite hâlâ vardı ama daha yumuşaktı. 2000’lerden sonra bireysellik ön plana çıktı; çocuklar merkeze alındı ama sınırlar silindi.

Ve bugün… Aile içinde herkes kendi ekranında, kendi sessizliğinde…

Uçan terlik kalktı, peki yerine ne koyduk?  Şimdi çocuklar “büyüyor” ama bağ kuramadan, “özgürleşiyor” ama sorumluluk almadan, “duyuluyor” ama anlaşılmadan…

Bütün bunların sonunda karşımıza çıkan çocuk profili, aslında hepimizi aynalıyor: Yalnız, kırılgan, ilgisiz büyütülmüş, sınır bilmeyen ve bağ kuramayan bireyler…

Şimdi tekrar sormanın zamanı:

O uçan terlik gerçekten sadece bir ceza mıydı, yoksa varlığın bir işareti miydi?

Bugün çocuklarımıza ne fırlatıyoruz? Sessizlik mi, yorgunluk mu, telefon ekranları mı?

O terliği değil; arkasındaki ilgiyi, kararlılığı, yön verici duruşu geri getirmeliyiz.

Çünkü çocuklar, sadece sevilerek değil; yönlendirilerek, görülerek, duyularak büyür.