Hayat garip…

İnsan bazen kendine bile itiraf edemediği bir yarışın içinde buluyor kendini.

Kiminle yarıştığını bilmiyor, neden koştuğunu bilmiyor, ne kazandıysa yetmiyor; ne kaybettiyse acısını bile yaşayamıyor. Çünkü durursa geride kalacağını sanıyor.

Bugünün en ağır yükü, omuzlarımızda taşıdığımız borç değil aslında; başkalarının hayatlarını kendimize ölçü almamız.

Kredi kartı limitlerinden daha acımasız olan, başkalarının mutluluğuna duyduğumuz sınır tanımaz iştah…

“Sende var, bende niye yok?”

“Komşu aldı, ben de almalıyım.”

“Arkadaş yaptı, benim neyim eksik?”

Eksik olan şey aslında aldığımız eşyalar değil; yaşayamadığımız huzur.

Ama insanlar bunun yerine mutluluklarından taviz verip borçlanmayı seçiyor.

Bir fotoğraf karesine sığacak koca bir gösteriş için aylarını, yıllarını veriyor.

Sonra bankaya, hayallere, kendine borçlu bir hayat sürüyor.

Artık herkesin cüzdanı kadar umudu, kredisi kadar mutluluğu var.

Ay sonunu getirmeye çalışırken, aslında kendi sonlarını tüketiyorlar.

Sahte bir hayatın içinde, gerçekten yaşamayı unutuyoruz.

Oysa hayat dediğin;

Başkasının ne aldığıyla değil,

Kimin ne giydiğiyle değil,

Kim nereye tatil yaptığıyla hiç değil…

Kendi nefesinle, kendi sevincinle, kendi huzurunla ölçülen bir şey.

Belki de asıl zenginlik; borçsuz kalmak değil, kıyaslamadan yaşamak.

Başkalarına imrenmeden, yarışa girmeden, kendini tüketmeden…

Gerçek mutluluğun fiyatı yok; ama sahte mutluluğun taksiti çok.

Ve bir gün anlarsın ki:

En pahalı şey, başkasının hayatını yaşamak uğruna kendi hayatından vazgeçmektir.