-MİKROBİYOTA NEDİR?
Gastrointestinal sistemde doğal olarak bulunan mikroorganizmaların tamamına bağırsak mikrobiyotası denir. Mikrobiyota yaşamın ilk yıllarında olgunlaşır ve 2-3 yaşlarında çeşitliliğinin yetişkin mikrobiyotasına benzer halde geldiği gözlemlenmiştir. Mikrobiyotanın %95’ini bakteriler oluşturur. Yetişkin bağırsağında 10 trilyona yakın mikroorganizma bulunduğu tahmin edilmektedir. Parmak izimiz gibi mikrobiyotamız da kendimize özeldir.
-BAĞIRSAK MİKROBİYOTASI NİÇİN ÖNEMLİ?
Modern tıbbın kurucusu sayılan Hipokrat “Bütün hastalıklar bağırsakta başlar.” demiştir.Bugün yapılan bilimsel çalışmalar Hipokratın sözünü doğrular niteliktedir. Pek çok hastalığın altında bağırsak mikrobiyomuyla ilgili sorunların olabileceği her geçen gün uzmanlar tarafından daha çok incelenmekte.Araştırmalar neticesinde bağırsaklarımızın sağlık durumunun bütün vücut sistemlerini etkilediği kesinleşmiş durumda. Bağırsakların güçsüzleşmesi veya hasar görmesi kronik hastalıklara, obeziteye ve yaşlanmaya zemin hazırlıyor.
İçimizde yaşayan bakteriler topluluğu; vücut işlevlerinin sürdürülmesi ve sağlıklı kalmamızda öneme sahip. Mikrobiyota gıdaların sindirimi, bağışıklık sisteminin desteklenmesi, bazı vitaminlerin üretimi, bağırsak sağlığı, inflamasyonun önlenmesi, ideal vücut ağırlığının korunması, beyin faaliyetleri gibi çok farklı vücut fonksiyonlarının yerine getirilmesinde önemli roller üstleniyor. Onlar vücudumuzun ayrılmaz bir parçası.
Nörobilim araştırmacıları beyin ve bağırsak mikrobiyotası arasında da yakın bir ilişki olduğunu düşünüyorlar. Mikrobiyotamız beynin işlevlerini etkiliyor. Bu nedenle bağırsaklara “ikinci beyin” deniyor. Bağırsak mikrobiyotası ile depresyon ve otistik spektrum bozukluğu gibi sinir sistemi rahatsızlıkları arasında bağlantılar olduğu gözlemleniyor.
-MİKROBİYOTA ÇEŞİTLİLİĞİ ETKİLEYEN FAKTÖRLER NELERDİR?
Bağırsak mikrobiyotası anne karnında oluşmaya başlar. İlk mikrobiyota, doğum şeklinden etkilenerek yaşamın ilk yıllarında oluşmakta; beslenme ve çevresel faktörlerin etkisiyle şekillenerek kişiye özel biçim almaktadır. Yapılan araştırmalarda sezaryen doğumla dünyaya gelen bebeklerin mikrobiyotasındaki çeşitliliğin normal doğumla dünyaya gelen bebeklerin mikrobiyotasındaki çeşitliliğe göre daha az olduğu saptanmıştır. Bu durum bebeğin; immünolojik, fizyolojik ve metabolik gelişimini etkilemektedir Bunun dışında mikrobiyota gelişimini etkileyen önemli faktörler arasında bireyin genetik yapısı, coğrafi yerleşim, iklim, kültür, cinsiyet, birlikte yaşadığı aile üyeleri, anne sütü alımı ve alım süresi, bakterilere çevresel maruziyet, erken dönemde oral antibiyotik kullanımı ve diyet bulunmaktadır. Mikrobiyota gelişimi tamamlandıktan sonra da mikrobiyotanın çeşitliliği çevresel faktörlerden etkilenmektedir. Bu çevresel faktörleri biraz daha detaylandıracak olursak;
• Diyet, bağırsak mikrobiyotası içeriğini belirleyen en önemli çevresel faktördür. Diyette yapılan değişiklikler üç hafta gibi bir sürede bağırsak mikrobiyotasının değişmesine yol açmaktadır. Besin alımı ve bağırsak mikrobiyotası arasında karşılıklı ve güçlü bir etkileşim olduğu kabul edilmektedir. Diyetin değişmesi mikrobiyotadaki mikroorganizmaların sayı ve içeriğinin değişmesine yol açarak inflamatuvar bağırsak hastalığı, irritabl bağırsak hastalığı, Crohn ve ülseratif kolite neden olabileceği belirlenmiştir. Örneğin et tüketen ve vejateryen olan bireylerin mikrobiyotaları faklılık göstermektedir.
• Batı tarzda beslenme, yani doymuş yağ ve kırmızı etten zengin diyet, oksidatif stresi artırarak kronik inflamatuvar hastalıkları tetiklemektedir. Bu da insülin direnci ve diyabete yol açmaktadır. Diyetteki yağ ve şeker, hastalık yapıcı mikroorganizma büyümesini artırmaktadır. Hayvan deneylerinde, yağdan zengin diyetin bağırsak geçirgenliğini ve oksidatif stresi artırarak obezitede görülen kronik ve düşük düzeyli inflamasyona yol açtığı, glikoz intoleransı ve tip 2 diyabet riskini artırdığı gözlemlenmiştir. Bazı klinik araştırmalarda obez ve zayıf olanlarda barsak mikrobiyotasının farklı olduğu gözlemlenmiştir.
• Probiyotikler yaşayan mikroorganizmalar olup yeterli miktarda olduğunda bağırsak sağlığının ve bağışıklık sisteminin güçlenmesine yardımcı olmaktadır. Probiyotikler, bağırsaktaki yararlı bakterileri artırarak, patojen bakterileri azaltmakta ve mikrobiyotanın doğal dengesinin korunmasını ve yenilenmesini destekler. Bazı probiyotik türleri, obezite, tip 2 diyabet gibi hastalıklarda insülin duyarlılığını artırmakta ve yağ profilini geliştirmektedir. Probiyotikler, mikrobiyotanın düzenlemesinde en etkili ajanlar olarak kabul edildikleri için, diyetin mikrobiyota üzerine etkisi incelenirken, en fazla araştırma fermente besinlerle alınan mikroorganizmaların mikrobiyota üzerindeki potansiyel etkileri üzerine yapılmaktadır. Yoğurt ve kefir ile yapılan çalışmalarda, probiyotik bakteri içeren ürünlerin tüketiminin yararlı bakteri popülasyonlarını ve kısa zincirli yağ asidi konsantrasyonunu artırdığını, patojen bakteri popülasyonlarını azalttığını göstermiştir. Prebiyotikler ise; probiyotiklerden farklı olup sindirilemeyen besin içerikleridir. Kolondoki bakterilerin gelişmesini ve probiyotiklerin aktivitesini seçici olarak artırırlar. Genellikle karbonhidrat yapıdadırlar. Bağırsağın bakteriyel dengesini yeniler ve kan kolesterolünü düzenlenmesinde rol oynarlar.
• Yapılan bir araştırmada posa ve bitkisel proteinden zengin diyet ile beslenen Afrikalı çocukların bağırsaklarındaki bakteri zenginliği ve çeşitliliği, hayvansal kaynaklı protein ve yağdan zengin diyetle beslenen İtalyan çocuklarınkinden daha yüksek bulunmuştur. Diyet karbonhidratlarının fermantasyonu sonucu açığa çıkan kısa zincirli yağ asitlerinin olumlu etkilerine bağlı olarak, yüksek posalı diyetlerin bağırsak mikrobiyotası için fermente edilebilir ürün sağlayarak doğrudan veya dolaylı etkileri ile insan sağlığını geliştirmekte oldukları gözlemlenmektedir. Bir başka çalışma, diyetle yetersiz posa alımının mikrobiyal çeşitliliği azalttığını ve mikrobiyota kompozisyonunda önemli değişiklere sebep olduğunu göstermiştir.
• Glutensiz diyetlerde, diyetle karbonhidrat alımı çok sınırlandığı için, kolona ulaşan karbonhidrat bileşeni de sınırlı olmakta ve bunun sonucunda fermantasyon gerçekleşmemektedir.Bu nedenle yapılan çalışmalarda hem kısa zincirli yağ asitlerinin oluşmadığı hem de probiyotik bakteri popülasyonlarının azalıp patojen bakteri popülasyonları artmakta olduğu saptanmıştır. Sonuç olarak; beslenme ve bağırsak mikrobiyotası arasında karşılıklı ve güçlü bir etkileşim vardır. Beslenmenin mikrobiyal çeşitliliği, genetik bilgiyi, gen ekspresyonlarını ve enzim aktivitelerini etkileyerek hem bağırsak mikrobiyota kompozisyonunu, hem de fonksiyonunu etkileyebildiği gösterilmiştir. Mevcut araştırmalardan elde edilen sonuçlar, enerji ve makrobesin ögeleri açısından yeterli ve dengeli beslenmenin öneminin altını çizmektedir.
—SÜRDÜRÜLEBİLİR BAĞIRSAK SAĞLIĞI İÇİN YAPMAMIZ GEREKENLER
• Akdeniz diyetine bağlılık
• Omega 3 ve Omega 9 yağ asitlerini daha sık tüketmek
• Fermente besinleri diyetimize eklemek (kefir,yoğurt,turşu…)
• Stres yönetimi
• Alkolden uzak durmak
• Yeterli düzeyde egzersiz yapmak
• Akıllı ilaç kullanımı
• Diyetin doğal prebiyotik kaynakları olan posa bileşenleri içeren bitkisel kaynaklı besinler ve doğal probiyotik kaynakları olan fermente besinler ile zenginleştirilmesi
Unutmayın, içinizdeki gizli kahramanınız: Mikrobiyotanız! Ona iyi bakın :)
Diyetisyen Ece ALTINTAŞ
Danışmak istediğiniz diğer tüm konular için: DYTECEALTİNTAS