Siyasetin kavurucu gündemi içinde, en renkli figürlerden birini bulmak hiç zor değil: Sırrı Süreyya Önder.
Hem TBMM kürsüsünde hem de sahnede sözünü sakınmayan bu isim, ne kadar “garip” görünürse görünsün, O yine de en temel insanlık hakkı olan saygıya layık.
Peki, gündelik tartışmalarda normal hayatta kimseye etmediğimiz küfrü, hakareti ona neden reva görüyoruz?
Bunun birçok nedeni var...
***
Birincisi, "Sen sanatçı mısın siyasetçi mi?” ikilemi
Sırrı Süreyya Önder, sinema ve tiyatrodan şiire, aktivizmden milletvekilliğine uzanan bir kariyere sahip. Sahneyi bıraktığı anda Meclis koridorlarında alevlenen tartışmalarda yerini alıyor. Oysa ne Meclis ne de set, insanın karakterini bütünüyle tanımlamıyor. “O sanatçı,” “O politikacı” etiketleri, O'na yönelik öfkeyi meşrulaştırıyor. İşte bu yüzden sıradan bir yurttaşa asla söylenmeyecek sözler, ne yazık ki Önder'e sıkça yakıştırılıyor.
İkincisi; Siyasi hakaretin dozunu kaçırmak.
Meclis çatışmaları ekranlara yansıyınca insanlar rahatlıyor: “Ekrandan yumruk mu yiyorsun? Milyon kere yiyelim de” dercesine saldırganlaşıyorlar. Sosyal medyada ya da kahvehane köşesinde yazılan yorumlarda, doğrudan insana değil, “politik kimliğe” saldırıyormuş gibi görünsek de; hedefte önce Önder’in şahsiyeti, sonra fikirleri oluyor. Oysa demokratik tartışmanın sınırı, hakaret değil; argüman ve eleştiri…
Üçüncüsü; Toplumsal vicdan muhasebesi. Yani hastalıkla yüzleşme.
Nisan 2025’te Önder, geçirdiği ani aort yırtılması ve 12 saat süren ameliyat sonrası yoğun bakımda tedavi görüyor. Ölümle burun buruna gelen bu süreç, aslında O'nun da en güçlü isimlerden biri olsa bile, bizden biri olduğunu bir kez daha hatırlattı. Dolaşım sistemindeki kritik bu arıza, “politik çekişmelerin üstünde” bir kader anıydı. Yaşamın kırılganlığını yakından gören bir siyasetçi, bundan sonra belki daha incelikli bir üslupla konuşacak; bizim de ona karşı empati eşiğimizi yükseltmemiz lâzım.
Dördüncüsü; “Normal yaşam” ve sanatçının gizli yanları.
Meclis koridorlarında sert bir hitabet sergileyen Önder, evinde bir baba, bir dost, bir okur ve müzik tutkunu. Kitaplık raflarında yıpranmış romanlar, yanı başında çalan plaklar var. İşte tam da bu “insan” yanını göz ardı ettiğimizde, ona edilen sözler çirkin bir haksızlık hâline geliyor. Kimse, “O siyasetçi” algısının ardındaki kişisel acıları, sevinçleri, korkuları unutmasın istiyoruz.
Beşincisi ise değişen bakış açıları ve sorgulama daveti...
Hayatını ve vücudunu tehdit eden bir sağlık problemini atlatmak, insanı dönüştürür. Önder de belki bundan sonra geçmişten daha fazla “şefkat” talep edecek, muhalefeti daha ince bir dille yürütecek ya da tam tersine daha keskin bir duruş sergileyecek. Ancak hangi yola girerse girsin, bu dönüşüm hepimiz için bir sorgulama çağrısı: Başkalarına ettiğimiz sözleri, gerçek hayattaki ruh hallerini, acılarını göz önünde bulundurarak mı seçiyoruz?
***
Sonuç olarak; Sırrı Süreyya Önder gibi özgün bir kişiliğe yönelik hakaretler, sadece bir siyasetçiye değil, hepimize dönüp bakıyor. Sağlığını korumak için verdiği savaşı kazansa da; O'ndan öğrendiklerimiz, içinde yaşadığımız topluma dair vicdan muhasebemizi ertelemememiz gerektiğini hatırlatıyor.
Siyaset çetin bir arenadır ama insanlık dışı dil, ne o arenaya ne de gündelik hayatımıza yakışır. Kullandığımız her kelime, karşımızdakinin “insan” yanına saygı duymayan bir vicdansızlık da barındırabilir. O hâlde, daha düşünerek, daha incelikle konuşmak…
Kim bilir, belki böylece hem siyaseti hem insanlığı onarırız.