Son günlerde yaşanan olaylar, Türkiye’de kadın olmanın nasıl bir mücadele olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.
Diyarbakır'da öldürülen 8 yaşındaki Narin, acımasızca katledildi. Henüz çocuk yaşta, yaşamı elinden alınan bu küçük kız, aile içi şiddetin ve kadın düşmanlığının en küçük kurbanı oldu.
Bir yanda ise polis memuru Şeyma Yılmaz, görev başında hayatını kaybetti. Katili, defalarca suç işlemiş ama elini kolunu sallayarak dolaşan bir suçluydu.
İstanbul Beyoğlu'nda bir kadın, kalabalık bir caddede taciz edildi; failler kısa sürede serbest bırakıldı, ardından yeniden tutuklandı. Sanki bir tiyatro sahnesinde oynanan absürt bir oyun izler gibiyiz.
Dahası, 19 yaşında bir erkek, iki genç kadını vahşice öldürdü, birinin kafasını kesip annesinin önüne attı.

***

Bu olaylar, sadece üst üste yaşanan trajediler değil; aynı zamanda sistemin ne kadar çürümüş olduğunun göstergesi.
Her bir kaybedilen can, sorulması gereken ciddi soruları beraberinde getiriyor: Neden bu canilere karşı etkin önlemler alınamıyor? Neden bu suçlular ellerini kollarını sallayarak sokaklarda dolaşıyor? Neden Türkiye’de kadınlar her gün ölüm korkusuyla yaşamak zorunda?
Bu olayları sadece münferit vakalar olarak görme gafletine düşemeyiz.
Oysa bu olaylar, Türkiye’de kadına yönelik şiddetin, cinayetlerin ve tacizlerin adeta normalleştiğini gösteren derin bir toplumsal yara.
Narin’in ölümü, Diyarbakır’da aile içinde yaşanan trajedinin bir sembolü; bu ülkede kadınlar en yakınları tarafından öldürülüyor.
Şeyma Yılmaz’ın şehit edilmesi, güvenlik güçlerinin bile güvenlikten yoksun olduğunu gözler önüne seriyor.
Beyoğlu’nda kadına yapılan taciz, Türkiye’nin en kalabalık şehirlerinden birinde, toplumun gözleri önünde cereyan etti.
Ve 19 yaşındaki iki genç kadının katledilmesi, ülkenin en büyük metropolünde bile kadınların güvende olmadığının kanıtı.

***

Bu olayların her biri, tek tek büyük birer utanç kaynağı. Ancak mesele sadece faillerin serbestçe dolaşması değil; mesele, sistemin bu olayları görmezden gelmesi ya da etkili önlemler almaması.
Defalarca şikayet edilen suçlular neden tutuklanmaz? Neden sürekli suç işleyenler toplumun içinde serbestçe gezebiliyor? Bunun arkasında yatan temel sorun, cezai yaptırımların yeterince caydırıcı olmaması.
Kadın cinayetlerinin ve şiddetin önlenmesi için caydırıcı cezalar ve etkin hukuki mekanizmalar devreye girmelidir. Ancak Türkiye’de adalet sisteminin işleyişine baktığımızda, birçok suçlunun ya serbest bırakıldığını ya da yeterince ağır cezalar almadığını görüyoruz.
Kadın cinayetlerinin failleri, çoğu zaman hafifletici sebeplerle cezalandırılıyor. İyi hal indirimleri, pişmanlık ifadeleri, geçmişteki sabıka durumları bile göz ardı ediliyor. Bu durum, suç işlemeyi düşünen erkekler için caydırıcı olmaktan çok, adeta teşvik edici bir hale geliyor. Yasaların etkin uygulanmaması, kadına şiddetin önlenmesi için hayati öneme sahip mekanizmaların çalışmaması sonucunu doğuruyor.

***

Örneğin, Şeyma Yılmaz’ın katili, suç dosyası kabarık bir kişiydi ve buna rağmen sokakta elini kolunu sallayarak dolaşabiliyordu. Benzer şekilde, 19 yaşındaki iki genç kızı katleden kişi de uzun zamandır bu kızları rahatsız ediyordu. Buna rağmen yetkililer harekete geçmedi ve sonuç yine bir trajedi oldu. Bu noktada sormamız gereken soru şu: Kadınları gerçekten koruyan bir hukuk sistemimiz var mı?
Sonuç olarak, Türkiye’de her geçen gün daha da artan kadın cinayetleri, şiddet ve taciz olayları bir utanç tablosudur.
Yetkililer bu olayları sadece kınayarak ya da geçici çözümlerle geçiştirerek değil, köklü ve caydırıcı adımlarla çözmek zorundadır.
Her kadın cinayeti, toplum olarak bize kadınların yaşam haklarının nasıl ihlal edildiğini hatırlatıyor. Bu acı tabloyu değiştirmek için harekete geçmeli, şiddetin normalleşmesine karşı hep birlikte durmalıyız. Türkiye, kadınlar için güvenli bir ülke olana kadar mücadele devam etmeli.

Bugün Narin için, Şeyma için, İkbal için, Ayşenur için ve adını bilmediğimiz nice kadın için susmamalıyız.
Çünkü bu bir kadın meselesi değil, insanlık meselesidir. Kadınların özgürlüğü, toplumun gerçek özgürlüğüdür.