Türkiye siyasi tarihinin en çalkantılı dönemlerinden biri olan 2010–2023 yılları arasında, Cumhuriyet Halk Partisi'nin genel başkanlık koltuğunda oturan Kemal Kılıçdaroğlu, sadece partisini değil, ülkenin kaderini de etkileyecek birçok karara imza attı ya da daha kötüsü, sessiz kalarak bu kararların önünü açtı. Bugün hâlâ bu suskunlukların ve yanlış yönlendirmelerin siyasi bedelini toplum olarak ödemeye devam ediyoruz.

2016 yılında “Anayasaya aykırı ama evet diyeceğiz” diyerek dokunulmazlıkların kaldırılmasına verdiği destek, özellikle Kürt siyasi temsilciler başta olmak üzere, muhalefetin Meclis’teki sesinin susturulmasına, hukuksuz tutuklamalara kapı araladı. Bugün bile cezaevlerinde siyasi rehinelerin bulunmasının sorumluluğu, bu yanlış hesapların omuzlarında duruyor.

Yetmedi, 2017'de mühürsüz oylarla gerçekleştirilen ve adil bir halk oylamasından çok meşruiyet krizine dönüşen anayasa referandumuna Kılıçdaroğlu’nun sessiz kalması, muhalif seçmende derin bir güven yarası açtı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurma ihtimali varken, bu yolun kapatılmasıyla "tek adam rejimi"nin taşları döşendi.

2023 seçimlerinde ise anayasa aykırı olmasına rağmen üçüncü kez Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı adayı olmasına karşı itirazlara, “Diyelim ki ses çıkardık, nereye gidecek? Yüksek Seçim Kurulu’na. O üyeleri atayan kim, Erdoğan. Verdiği karara kim itiraz edecek? İtiraz edeceğin hiçbir yer yok. Dolayısıyla bizim Erdoğan’ın aday olup olmamasına kilitlenmek gibi bir düşüncemiz yok.” diyerek Erdoğan’ın adaylığının önünü açarak kötülüğün yükselişine basamak oldu. Toplum aday olarak görmek istediği ve yapılan tüm anketlerde, Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş gibi isimlerin toplumda karşılık bulduğunu görülmesine rağmen, Kılıçdaroğlu'nun inatla kendisini aday yapması, sadece muhalefetin değil, Türkiye'nin de önünü kesti. Kendi liderliğini halka dayatırken, seçimi kaybeden yalnızca o olmadı umut kaybetti, adalet kaybetti, demokrasi kaybetti. Şahsi hırsı ve kibrinden dolayı 2023 seçimlerden alınan yenilginin ardından parti delegesi büyük bir olgunluk gösterdi ve 13 yıldır partiyi yöneten Kılıçdaroğlu’na ‘artık yeter’ dedi. Son kurultayda Kılıçdaroğlu delegeden beklediği desteği bulamadı ve ağır bir yenilgi aldı.

İmamoğlu ve Özel liderliğinde 31 Mart yerel seçimlerinde CHP tarihî bir zafer kazanmışken, Kılıçdaroğlu bu zaferin ardındaki dinamiklere saygı göstermek yerine, partiyi yeniden ele geçirmek için mahkeme kapılarında siyaset yapıyor. 13 yıl boyunca aldığı her yenilgiye rağmen baş tacı edilen, vefalı seçmenine teşekkür etmek yerine, kendi kibirli hesaplarının peşinden koşuyor. Parti içi demokrasiyi ayaklar altına alarak CHP'yi içeriden bölmeye çalışan bu tutum, sadece bir koltuk hırsı değil, aynı zamanda halkın iradesine açık bir saygısızlıktır.

Kılıçdaroğlu’nun bugünkü tavrı, geçmişin hatalarından ders almamış, kendi siyasi kariyerini partinin geleceğinden daha kıymetli gören bir zihniyetin dışavurumudur. Artık gerçeklerle yüzleşme zamanı: Bu ülke, halkın sırtına yük olan liderlik anlayışını değil, halkla yürüyen bir değişimi hak ediyor.