Yaşıyoruz... Doğa ile yaşadığımız gerçeğini göz ardı ederek, keyfimizin dilediği gibi yaşıyoruz hem de. 1999 Gölcük depreminin üzerinden 26 yıl, Van depreminin üzerinden 24 yıl, Elazığ depreminin üzerinden 5 yıl, İzmir depreminin üzerinden 5 yıl ve Kahramanmaraş depreminin üzerindense tam 2 yıl geçmiş. Belki yaşadıklarımdan, belki de görüp duyduklarımdan mıdır bilmem, acısını bir türlü üzerimden atamadığım deprem Kahramanmaraş depremi oldu. Gözüme uyku girmediği, acı içinde kıvrandığım o gece de şu satırları yazmışım:

"Şu an bu yazıyı, 22/23 Şubat gecesi, saat 03:30’da yazıyorum...

Öğrencilerimi çok özledim. Aklım ve yüreğim, deprem bölgesindeki öğrencilerimde. Nasıllar, ne durumdalar, ne yapıyorlar bilmiyorum. Her birinin bu kadar güçlü ve hayat dolu olduğunu görebilmek, benim için nasıl da değerli bir duygu…

Kahramanmaraş’ta deprem olduğunu, o gün sabah saat 6:30 gibi, sosyal medyada gördüm. Ancak çok üzerinde durmadım. Önce, önemsiz bir sallantının olduğunu ve geçtiğini sandım. Daha sonra, whatsapp gruplarına gelen mesajlarla, işin oldukça ciddi boyutlarda olduğunu anladım ve araştırmaya koyuldum.

Deprem ve sonuçları tüyler ürperticiydi. Ve bunun da üstüne, on-line öğrencilerimin bir kısmının orada olduğunu öğrenince, olduğum yerde kitlenip kaldım. Kelimenin tam anlamıyla kitlenip kaldım… Öğrencilerimin nasıl da korktuklarını düşündükçe kahroldum. Hiç bu kadar çaresiz ve eli kolu bağlı biri olarak hissetmemiştim. O anda, öğrencilerimin hepsine birden ulaşmayı çok istedim. Hemen, whatsapp’tan öğrencilerime ve onların anne-babalarına yazmaya başladım ve pek çoğuna ulaştım, onların iyi olduklarını öğrenmek, bana iyi geldi. Ancak bunu yaparken çok tedirgindim. Ya telefonda ağlayarak iyi olmadıklarını, korktuklarını anlatsalardı, ben ne yapardım? Onları nasıl teselli eder, güçlü olmalarını söyleyebilirdim? Onlar, benim gözümde mini minnacık çocuklardı… Meğerse, ne kadar da yanılmışım. Benim minik kıymetlilerim, ne kadar da güçlü ve yaşam doluydular.

İlk olarak veliler, öğrencilerimin korktuğunu, ağladıklarını, evlere giremediklerini yazmışlardı. Ancak bunlar, benim tedirginliğimi ve korkumu yenmeme yetmemişti. Ardından öğrencilerim ses kaydı atarak, “Öğretmenim ben iyiyim, siz de iyi misiniz?” demişlerdi. Ahh kalbimi ve benliğimi daha önce hiç bu kadar hissetmemiştim. Hemen, o an yazıştığım velilerime, eğer uygunlarsa hemen arayıp, kısa da olsa öğrencilerimle konuşmak istediğimi yazdım… Konuştuğum öğrencilerim iyiydiler ve benim de iyi olup-olmadığımı soruyorlardı. Ben, onları nasıl teselli edeceğim diye düşünürken, onlar beni teselli etmeye çalışıyorlardı. Şu küçük yüreklerin sevgi ve masumiyetine bakın bi. Oysaki, biz yetişkinler, çocuklara göre kendimizi, çok daha korkusuz ve cesur sanırız. Ne kadar da gülünçmüşüz. Bedenlerimizin yarısı kadar dahi olmayan şu küçük bedenlerin, korkusuz ve cesur oluşlarına bakın. Çocuklarımız için gerekli tedbir ve önlemleri aldığımızda bu durumu yetişkinlerden çok daha kolay atlatacaklarına inanıyorum. Yeter ki, ebeveynleri olarak bizler, soğukkanlılıkla sakinliğinizi koruyarak hareket edelim. Büyüme çağındaki çocuklarımızın, buna çok fazla ihtiyaçları var. Umarım gelecekte dünya, siz çocuklar için, çok daha güvenilir ve bilimsel bilginin aydınlattığı bir yer olur."

Neden bu satırları tekrar yazma gereği duydum diye soracak olursanız eğer cevabı açık: Sallanıyoruz... Yakın bir zamanda Silivri’de art arda depremler oldu. Daha bir kaç gün önce Balıkesir de deprem oldu. Doğa ben buradayım diye haykırırken, biz daha nereye kadar üç maymunu oynamaya devam edeceğiz? Artık görün, duyun ve söyleyin...