Türkiye bir kez daha siyasi ve ekonomik açıdan çalkalanıyor. Bu kez fırtınanın merkezinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu var. Yolsuzluk, rüşvet gibi ağır suçlamalarla gözaltına alındı ve ardından tutuklandı.

Ne olduysa bir anda oldu. Gözaltı kararının duyulmasından saatler sonra medyada manşetler atıldı, sosyal medya yangın yerine döndü. Kimileri “işte gerçek yüzü” dedi, kimileri “bu siyasi” diyerek karşı çıktı. Ama ortada çok daha büyük ve derin bir mesele var: Adaletin kendisi.

Şunu vurgulamak gerekir; Bu ülkede yolsuzluk yalnızca bir kişinin, bir kurumun, bir partinin meselesi değil. Uzun süredir herkesin bildiği ama dillendirmeye çekindiği, iktidar belediyelerinde de dönen çarklar var.

Devletin çeşitli kademelerinde, farklı kurumlarda, ihalelerde, arsa tahsislerinde dönen şaibeler, dillere pelesenk olmuş durumda. Ama ne hikmetse oralarda tek bir savcı kıpırdamıyor.

Oysa mesele İmamoğlu değil. Mesele CHP, AK Parti, MHP ya da herhangi bir parti hiç değil. Mesele: Kim suç işlediyse, gerçekten ve açık bir şekilde suç işlediyse, onun yargı önüne çıkarılması. Ama adilce, baskısız, tarafsız bir yargı süreciyle. Kamuoyu baskısı için değil, siyasi hesaplaşmalar için değil. Sadece gerçek adalet için...

Bu ülkede artık bir şeyin netleşmesi gerekiyor: Kimse dokunulmaz değil. "Bizden" olanın dosyası sümen altına, "onlardan" olanınki jet hızıyla mahkeme salonuna gitmemeli. Adalet; kişiye, kimliğe, koltuğa göre şekil değiştiren bir şey olmamalı.

Yolsuzluk varsa, adı ne olursa olsun ortaya çıkarılmalı. Yapan kim olursa olsun yargılanmalı. Eğer gerçekten temiz bir ülke istiyorsak, önce bu çifte standardı kırmalıyız.
Çünkü adalet bir gün herkese lazım olacak.

Ve çünkü adalet olmadan hiçbir şey olmaz. Ne güven olur, ne huzur, ne de geleceğe dair umut.

O yüzden üç kelimeyle bitirelim bu yazıyı:

Adalet, Adalet, Adalet.