Yetişkin bir birey olma yolculuğunda hayatımıza yön veren, bize rehberlik eden, bazen bir anne, bazen bir baba gibi elimizden tutan o kıymetli insanlar… Öğretmenlerimiz…

Sözleri, yıllar geçse de zihnimizde yankılanır. Sevgileri, yüreğimizin bir köşesinde sıcak bir iz gibi kalır. Her bilginin bir tuşla önümüze serildiği, yapay zekânın hayatın her alanına girdiği bir çağda öğretmen; bilgiyi anlamlandıran, ona ruh katan, ideal ve değer inşa eden kişidir.

Elli yılı aşkın süredir çocukların kalbine dokunmuş, nice 23 Nisan sabahına çocuklarla birlikte coşkuyla uyanmış Bahriye Akdoğan öğretmenimle aynı okul çatısı altında birlikteyim. Sınıf öğretmeni kimliğini, yılların birikimiyle ruhuna işlemiş; sadece anlatmakla kalmayıp yaşatan, değerleri çocukların yüreğine sevgiyle işleyen bir eğitim neferi.

Ona “23 Nisan sizin için ne ifade ediyor?” diye sorduğumda gözleri parladı, sesi yıllar öncesine uzandı. Eğitim çınarı öğretmenimizin çocukluğundan günümüze yaşanmışlıklarını, duygu dolu cümlelerini noktasına virgülüne dokunmadan sizlerle paylaşıyorum:

“23 Nisan kutlamaları; özenle ve büyük bir hevesle hazırlanan rontlar, halk oyunları, resmigeçitteki gururlu yürüyüşler, bayraklarla, kedi merdivenleri ile süslenen sınıflar, okullar, caddeler, sokaklar… Hepsi de 23 Nisan törenlerinin ulusal duygularımızı perçinleyen, coşturan birer anlamlı parçasıdır dünden bugüne gelen. “Ya bayram günü hava yağışlı olur da yeni ayakkabılarımız ıslanır, kirlenirse ya tören ertelenirse” kaygıları çocukluk heyecanımıza karışırdı. Aradan yıllar geçse de hatırladıkça yüreklerde tatlı bir kıpırdanma, çizgileri belirginleşmeye başlayan yüzümüzde tatlı bir gülümseme beliriverir öyle değil mi?”

İlkokul çağında “23 Nisan 1920” tarihi adına öğrendiğimiz en temel bilgiler; TBMM’nin 23 Nisan 1920’de açıldığı, Atatürk’ün meclisin ilk başkanı olduğu, artık Türk milleti adına kararların alındığıydı. Elbette ki Türk milletinin gelecekteki yönetim biçiminin o yıllarda şekillendiğini anlamak adına biraz daha büyümeye, okumaya, anlamaya ihtiyacımız vardı.

Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı sonunda imzalamak zorunda kaldığı Mondros Ateşkes Antlaşması, ülkeyi tam bir umutsuzluk haline sürüklemişti. Avrupa’nın “Hasta Adam”ı ölmek üzereydi. İşte bu noktada Mustafa Kemal ülkesini umutsuzluktan, ezilmekten hatta yok olmaktan kurtarmak için ileri atılmıştır.

15 Mayıs 1919’ da İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edilmesi, ardından Mustafa Kemal’in 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkışı.. Görünürde bu çıkış, İstanbul ‘daki işgalci İngiliz komutanı General Milne’nin Samsun civarındaki Türklerin buralarda yaşayan Rumları rahatsız etmesini önlemek amacıyla olsa da Mustafa Kemal için bulunmaz bir fırsattı. Zira Anadolu’ya geçip halkı Kurtuluş ideali etrafında toplamak azim ve kararlılığındaydı. Samsun’a çıkış, Amasya Genelgesi, Erzurum ve Sivas Kongreleri kurtuluşa giden yolda Anadolu’da güç ve inanç birliğini oluşturdu. 27 Aralık 1919’da Ankara’ya gelen Mustafa Kemal, 23 Nisan 1920 günü dualarla TBMM’yi açtı. Artık TBMM hükûmeti tüm yokluk ve yoksunluklara rağmen kurtuluş mücadelesini halk adına verdiği kararlarla sevk ve idare etmeye başladı. Savaşın olanca hızıyla sürdüğü bu zorlu günlerde 1921 yılında ( Sakarya Meydan Savaşı yapılmamışken) “23 Nisan Milli Bayramı” olarak kutlansa da henüz Çocuk Bayramı değildi.


Bahriye Öğretmen, sohbetimizde 23 Nisan’ın nasıl sadece bir “Milli Egemenlik Günü” olmaktan çıkıp “Çocuk Bayramı’na dönüştüğünü de büyük bir dikkatle anlattı. Mondros’un ardından yaşanan çaresizliği, Anadolu’nun direnişe hazırlanışını, Mustafa Kemal’in Samsun’dan Ankara’ya uzanan o büyük yürüyüşünü ve nihayetinde 23 Nisan’da açılan meclisi anlatırken sesinde hem gurur hem hüzün vardı.

“Çocuk Bayramı oluşunun ardında da çok derin bir anlam var. Kurtuluş Savaşı’nda sayısız şehit çocuğu, yetim ve öksüz kalmıştı. Bu çocuklara sahip çıkılması gayesiyle 1921 yılında Himaye-i Eftal (Bugünkü Çocuk Esirgeme Kurumu) kuruldu. 23 Nisan 1926’da “milli egemenlik’’ ve “çocuk” kavramlarına atfen Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramı adı kondu. Atatürk’ün çocuklara duyduğu derin sevgi… Bu sevgiyle şekillenen bir dünya düşü: Sınırların, ayrımların olmadığı; her çocuğun barış ve özgürlük içinde yaşayabileceği bir dünya…”

Bu duygularla sonlandırdı sözlerini Bahriye Öğretmen.

Atatürk’ün “Yurtta Barış Dünyada Barış” ilkesi doğrultusunda; din, dil, ırk, mezhep ayrımı gözetmeksizin en temel hak ve özgürlüklerden yoksun bırakılmadan, tüm çocukların barış içinde, özgür ve mutlu yaşayacağı bir dünya dileğiyle 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız ve Türkiye Büyük Millet Meclisimizin açılışının 105. Yılı kutlu olsun.