Bir ülke düşünün, çocukları doğar doğmaz sınav takvimine yazılıyor.
Bir millet düşünün, geleceğini test kitapçıklarına teslim etmiş.
Sabah ezanıyla kalkıp karanlıkta okul yoluna düşen çocuklar…
Ve her adımda biraz daha eksilen umutlar, biraz daha tükenen çocukluklar…

***

Bu ülkede adı “eğitim” olan ama içeriği “yarış” olan bir sistem var.
Çocuklar ne öğreniyor, ne gelişiyor; sadece koşuyorlar.
Nereye mi?
Tam bir bilinmeyene.
Bazen de uçurumun kenarına.
YKS, LGS, TYT, AYT…
İsimler değişiyor ama sistem aynı:
Tasnif etmek, ayrıştırmak, elemek.
Yetenek değil, ezber; düşünce değil, şablon; ruh değil, skor!
Bu çocuklara kim karar veriyor?
Kim onların hangi mesleği yapacağına, hangi şehirde yaşayacağına, hangi ideolojiyle düşüneceğine karar veriyor?
Kim bu çocukları muhafazakarlaştırmak isteyenle, tamamen sekülerleştirmek isteyenin arasında oyuncak gibi savuruyor?


Üniversite mi? Hayal Satıcılığı!
Dağ başına kurulmuş, şehirden kopuk, kültürden yoksun, laboratuvarı olmayan, hocası eksik, sosyal hayatı sıfır “üniversiteler”…
Öğrenciler oraya bilgi almak için değil;
KYK borcu yazdırmak, eve kira kazandırmak, esnafa müşteri olmak için gidiyor.
Üniversiteler bilgi üretim merkezi olmaktan çıktı;
Birer taşra pansiyonu, birer tabela binası oldular.
Yüz binlerce genç, hayal ettiği bölüme değil; sıralamada “nereye düşerse” oraya gidiyor.
Kimse “ben bu işi yapmak istiyorum” diyemiyor artık.
Çünkü o cümle artık sadece şanslı çocukların cümlesi.

***

Eğitim Politikası mı Dediniz?
1980 sonrası bu ülke, eğitimi ideolojik savaş alanı yaptı.
Önce sağcı hükümetler “milli” eğitimi dincileştirdi,
Sonra solcu hükümetler “çağdaşlık” adına kültürel kökleri budadı.
Ve ortada bir kuşak kaldı:
Ne doğusunu biliyor, ne batısını…
Ne inancıyla barışık, ne aklıyla hür…
Eğitim, milli olmalı derken “tekçi” yapıldı.
Evrensel olsun derken “yerli”liği unuttuk.
İmam hatiple mühendislik yarışır oldu.
Matematik sorusunu çözemeyen çocuklar, Arapça ezberle sınıf geçti.
Bu mu 21. yüzyıl eğitimi?

***

Çocuklar Nasıl Sosyalleşecek?
Her biri farklı şehirden gelen çocuklar, aynı KYK yurtlarında birbirlerine düşman gibi bakıyor.
Köylüler çocukla şehirli çocuk aynı masaya oturamıyor. Aynı şeyleri yiyip içemiyorlar. Fırsat eşitliği sözde kimin de ihtiyacından fazlası kimin de ihtiyacının dörtte biri kadar imkan var.
Alevisine, Sunnisine, dindarına, sekülerine göre yurt ayrılıyor. Evet bu yurtları devlet eliyle yapmadığımız için ya da dernekler cemaatler ya siyasi kimlikli belediyeler ayrıştırarak öğrencileri sınıflandırıyor kutuplaştırıyor şaka mı görmüyor muyuz? biz bunları hepimizin gözünün önünde oluyor.
Bu çocuklar nasıl kaynaşacak?
Nasıl birbirinin kültürünü tanıyacak?
Birbirine nasıl benzeyecek değil, birbirini nasıl sevecek?

***

Nerede Yanlış Yaptık?
Belki de her yerde.
Çocukları test skoruna indirgedik.
Velileri kiracıya, çocukları müşteriye çevirdik.
Üniversiteleri kira geliri, şehirleri özel yurt deposu yaptık. Kamu nerede ? Farklı şehirlerden gelen çocuklar neden bu pahalı konaklama olasılıklarına mahkum ediliyor.
İdeolojik kamplarla, eğitim diye nesli formatlamaya kalktık.
Sonra da “Bu çocuklar neden mutsuz?” diye sormaya cesaret bile edemedik.
Bir ülkenin geleceği; sadece büyüme rakamlarında, döviz kurlarında, ihracat verilerinde değil…
O ülkenin sınıf tahtasında, öğretmen kürsüsünde, öğrencinin gözlerindeki parıltıdadır.

***

Ve bugün…
Türkiye, tahtasını terk etti.
Öğrencinin gözlerinde parıltı değil, panik var.
Korku var. Geleceksizlik var.
Bu yazı bir karanlık tablo çizmek için değil,
Bu karanlığı kimlerin yarattığını göstermek için yazıldı.
Ve eğer bir gün bu topraklarda gerçek bir “eğitim devrimi” olacaksa,
O gün ilk cümle şöyle başlar:
“Bu çocuklar bizim ideolojik savaş alanımız değil, umudumuzdur